Boğa Burcu Kız Çocukları

Toplumumuz, görgü ve nezaket kurallarını bilmediği için insanlar arası ilişkilerde normal davranmayı beceremiyor. insanlar, sakat veya zihinsel özürlü çocuklara ya acıyarak bakarlar veya onlarla alay ederler. Hâlbuki işin doğrusu onlara normal çocuk gibi davranmaktır. Anne babalara ve öğretmenlere bu konuda büyük görev düşüyor. Çocuklarımızın hataları üzerinde durmaktansa, doğularını görüp desteklemeliyiz. Güzel gören güzel düşünür, güzel gören hayatından lezzet alır.

Çocuğun anne babalardan çok sık duyduğu bir nasihat vardır: “îyi bir çocuk olmalısın.” Ancak, çocuğun zihninde, “Nasıl iyi bir çocuk olunur? İyi bir çocuk olmak için neler yapılması gerekir?” sorularının cevabı net değildir. Anne babaya göre, büyüklerin sözünden çıkmayan, verilen her buyruğu yerine getiren, çalışkan, dürüst, kibar ve saygılı bir çocuk iyidir. Saygısız, inatçı, yaramaz, kurallara karşı gelen, tembel bir çocuk kötüdür.

Çocuğun zihinsel ve duygusal gelişimi hakkında yeterli bilgisi olmayan anne babalar ve eğitimciler yaramaz ve dik başlı çocuklardan pek hoşlanmazlar. Onları uslu, söz dinleyen, yaramazlık yapmayan çocuklarla kıyaslar, “sen de onun gibi iyi bir çocuk ol” derler. Başka çocuklarla ve kardeşleriyle kıyaslanan çocuklar kendilerini kötü hisseder, büyüklere kızgınlık duyarlar. Bir doktor arkadaşım anlatmıştı. İlköğretim 2. sınıfa giden kızına bir hikâye kitabı almış. Çocuk birkaç sayfa okuduktan sonra kitabı babasına getiriyor. “Ben bu kitabı sevmedim, okumak istemiyorum” diyor. Babası neden sevmediğini soruyor. “Çünkü” diyor, küçük kız. “Hikâyedeki çocuk yaramazlık yapıp annesini üzmüş. Annesi de üzüntüden hastalanmış. Çocuk annesinden özür dilemiş, bir daha hiç yaramazlık yapmamış.” Baba: “Peki ne var bunda?” diyor. “Ne var olur mu,” diyor küçük kız. “Çocuk annesinden özür dilemiş, bir daha hiç yaramazlık yapmamış. Haksızlık bu! Hiç yaramazlık yapmayan çocuk olur mu?” Bu sözler babanın çok hoşuna gidiyor. “Çok haklısın, aferin kızım!” diyor. “Senin yerinde ben olsam, ben de böyle bir hikâye kitabını okumak istemezdim.”

Şimdi asıl meseleye gelelim. Çocuğunuz kendisini azarlayan hizmetliye kızmış, okula gitmek istemediğini söylemiş. Bu durumda ne yapmanız gerektiğini soruyorsunuz. Size yine “etkili dinleme yapmanızı ve kabul dili kullanmanızı” tavsiye edeceğim. Böyle durumlarda çoğu anne babaların yaptığı gibi hemen hizmetliyi savunmaya kalkmamakla iyi yapmışsınız. Çocuklar bize bir şey anlatırken ve bir duygusunu dile getirirken soru sormadıkları sürece sadece kendisini dinlememizi istemektedir. Onu dinlerken araya girmemizden, akıl vermemizden, eleştirmemizden nasihat etmemizden hoşlanmaz. “Peki, hiç mi bir şey söylemeyeceğiz?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Duvar gibi dinlemeyeceğiz tabi ki. Onu dinlediğimizi “Evet, çok ilginç, ya demek öyle” gibi kapı aralayıcılarla belli etmeliyiz. Sorularla bu düşüncesinin nereden kaynaklandığını bulmaya çalışmalı, yine sorularla doğru çözümü kendisine buldurmalıyız.

Okula yeni başlayan çocukları iki gruba ayırabiliriz. Bir grup çocuk okula başlamak için sabırsızlanır. Günler öncesinden çantasını, kitaplarını, defterlerini, okul kıyafetini aldırır. Büyük bir sevinç ve heyecanla okul gününü bekler. Okula, okulun kurallarına, yeni arkadaşlara ve öğretmene kolayca alışırlar. Diğer grup ise korku ve telaş içindedir. Okul onlar için korkulacak yabancı bir yerdir. Kalabalık içinde kendilerini yalnız hissederler. Korku ve gözyaşları içinde annelerinin eteğinden yapışır bırakmazlar. Bunlar aileye bağımlı hale gelmiş, her istekleri yerine getirilmiş, kendi ihtiyaçlarını karşılamayı bilmeyen veya kural tanımayan şımartılmış çocuklardır. ikinci grup üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Bu çocuklar, okul konusunda, anne babalarını uğraştırmayı ve telaşlandırmayı alışkanlık hâline getirirler. Okuldan gelince ödev yapmaları, zamanında yatağa gitmeleri, sabah erken kalkmaları ve hazırlanmaları bir meseledir. Çoğu zaman kahvaltılarını yarım bırakır, geç kalmaktan korkar, telaş içinde giyinir, çantalarını hazırlarken oraya buraya saldırırlar. Son anda unuttukları bir şey için kapıdan dönerler. Bunun neticesinde çoğu kere ilk derse geç kalır veya giriş zili çaldığında nefes nefese kendilerini sınıfa dar atarlar. Zihinleri karışık olduğu için kendilerini derse veremezler, dikkatleri dağınıktır. Derse kalktıkları zaman, kendilerine güvenleri olmadığı için, bildikleri konuyu bile anlatmakta güçlük çekerler.

Psikoloji bilen bir öğretmen, öğrencilerini gözlemleyerek aileleri hakkında doğruya yakın bir kanaat edinebilir. Çünkü çocuğun davranışlarında aileden aldığı eğitimin izleri vardır. Bütün çocuklar anne babanın gözünde akıllı, becerikli ve üstün yeteneklere sahiptir. Ancak her nedense, bu akıllı çocuk okulda başarılı olamamıştır. Anne baba bu durumu kabullenemez. Çocuğun zekâsını ispatlamak için derslerine ve ödevlerine karışmaya, yani öğretmenin görevini üstlenmeye başlar. Çocuğun yavaş öğrendiğini, çalışmada isteksiz davrandığını gördükçe kızar, bağırır, ceza verir.

Çocuk, annenin veya babanın okul işini neden bu kadar önemsediğini anlayamaz. O güne kadar oyundan ibaret olan hayat, şimdi katı yüzünü göstermiştir. Anne baba, neden her gün okulun nasıl gittiğini, ödevlerini yapıp yapmadığını, öğretmenin kendisinden memnun olup olmadiğim soruyor? Ödevlerini yapmayınca veya sınavdan zayıf alınca neden anne baba üzülüyor, yüzünü asıyor ve eskisi kadar onu sevmiyor?

Çocuk yardım istemedikçe, anne babaların ev ödevlerine karışmalarını doğru bulmuyorum. İki sebeple buna karşıyım: Birincisi, öğretmenle anne babanın öğretim metotları çoğu zaman birbirine uymadığı için çocuk öğrenme güçlüğü yaşar. İkincisi, dersine çalışma ve ödevini yapma sorumluluğu öncelikle çocuğa aittir. Anne baba, çocuğun derslerine ve ev ödevlerine karıştığı ve kimi zaman zorla yaptırdığı zaman çocukta sorumluluk duygusu gelişmemektedir. Neden? Çünkü dersini hatırlatmayı ve ödevlerini yaptırmayı da anne ve babanın görevi zannediyor.

Boğa Burcu Kız Çocukları_9.jpg

Benzer Yazılar

Leave a Reply