Bizim dışarıdan görebileceğimiz böyle bir dünya resmi oluşturma yeni bir şey değildir. Canlı oyuncular bile kullanılmadan, animasyon çizgi filmler bunu “Steamboat Willie” ve çağdaşları zamanından beri yapıyordur. Bu simülasyonlar mürekkepli kalemle elle çizilmiş planlardan, gerçek dünyaya çok yakın olan bilgisayar simülasyonlarına gelişmiştir. Holografik teknikler kullanarak, bu simülasyonların üç boyutlu gözükeceği, dolayısıyla izleyenlerin sahneye ya da harekete dalabileceği ve gerçek bir şeyi yaşadıklarını düşünüp kandırılacağı zaman oldukça yakındır. Duyularımızı kandıracak kadar iyi bir dış dünya görüntüsünün simülasyonunu yapmak ile tüm dünyayı ve içinde yaşayan zeki varlıkları düşünme süreçlerini içeren içindeki her şeyin simülasyonunu bir bilgisayarda yapmak arasında devasa bir fark vardır. Bunun nasıl başarılacağına dair teknik güçlükleri bir kenara bırakırsak, cevaplanması gereken soru, bu şekilde bizimkine benzer bir evrenin simülasyonunu yapmak için gerekli olacak ikili sayı yapısında (bit) ne kadar bilgiye ihtiyaç olduğudur veya başka bir taraftan bakarsak, Evren’imizin ikili sayı cinsinden ne kadar bilgi içerdiğidir.
Kısmen bilginin karadeliklerle etkileştiği kendine özel yol yüzünden (ki bu entropiyle yakından ilgilidir), kısmen de Jacob Bekenstein’in özetlediği şekilde, “nihai teori, alanlarla değil, hatta uzayzamanla bile değil, daha çok bilginin fiziksel süreçler arasındaki değişimiyle alakalı olmalıdır” önermesi yüzünden, bilgi kavramı ve onun Evren’le ilişkisi kozmologların ilgisini çeker. Bu resimde, Mteoriden çıkan sonuçların hiçbirini geçersiz saymasa da, Mteori bile bilgi akışının kabataslak bir sunumu gibi kalır. Bilgi tartışmasında detaylı olarak bakılacak yer burası değildir; ama burada önemli olan bilgiye ve bilgi akışına olan bu ilginin bir evrenin nasıl taklit edilebileceği tartışmasıyla ilgili birçok içerik sağlamış olmasıdır.
Şimdi İsrail’deki Hebrew University’de çalışan Bekenstein, ismini 1970’lerde bir kara deliğin entropisi ve sıcaklığı arasındaki ilişki üzerine çalışmasıyla duyurdu. Bu daha sonraları U niversity of Cambridge’den Stephen Hawking tarafından geliştirildi. Hawking bunun bir karadelik yüzeyinden sabit bir parçacık ve radyasyon akışına nasıl sonuç vereceğini göstermiştir ve bu “Hawking radyasyonu” olarak bilinmeye başlanmıştır. Büyük bir karadelik bu şekilde ışıma yaptığından daha fazla kütle eneıji yutar, dolayısıyla ışımaya rağmen büyür, ama küçük bir karadelik, son bir parçacık yağmuruyla patlamadan önce neredeyse yokluğa doğru küçüldükçe, giderek daha hızlı ışıyarak, eneıji kaybeder.
Benzer Yazılar
- Budizm ve Hint Felsefeleri
- Evrenin Bütünlüğüne Ulaşmak
- Rüya Mitolojisi
- Gerçek Medyumlar Hakkında
- Astral Seyahat