Bu kibirli seçkinlerin sözde sınıfsal üstünlükleri ve yüksek bilinçleri, aşağı sınıflardaki insanlar tarafından, ön planda gözüken ama aslında İlluminati’nin eteklerine yapışmış dünya liderlerine bakarak fark edilebilir. Bili Clinton ve Newt Ging rich gibi insanlar, emredildiklerinde, Rockefeller, Rothschild ve diğerleri gibi tanrıların yürüdükleri toprakları öperler.
20. yüzyıl boyunca belli bir dönem, orta sınıflar zemin kazandığında, demokratik toplumlarda artık süper zenginler değil, kendileri ülkeyi yönetir diye düşünmeye başladılar. Artık hanedanlık ailelerinin fal bak ve gücünü ve etkinliğini kaybettiği farz edilmeye başlandı. Bu aslında, İlluminati’nin kontrolündeki kitle iletişim araçlarının bir yanıltma propagandasından başka bir şey değildi. Aslında tam tersine, süper zenginlerin gücü ve etkinliği eskiye nazaran daha da artmıştı.
Yeniçağ liderliği, küresel gücün fal ve kaynağının nereden kaynaklandığının gayet iyi farkındadırlar. Kötülük ve Dünya Düzeni ve Tarihin Kıyılarında isimli kitapların yazarı olan yeniçağ uzmanı William İrwin Thompson, “Bu yönetici seçkin sınıf, son yıllarda ‘küreselleşme sürecinin’ neticesi olarak olağanüstü bir güç kazandılar,” yorumunda bulunmuştu.
En tepede, sözlü vasıtalarla ve yüz yüze iletişim kuran bir yönetici sınıf vardır ve tabanda da alt sınıflar mevcuttur.
Thompson’a göre, ortaya çıkan yeni sınıf sistemi, “Neredeyse Veda’lardaki (Hindu) kast sisteminin geri dönüşü gibidir.”3 (Eğer böyleyse, insanın aklına, yeni kast sistemindeki “dokunulmazların” kim olduğu sorusu gelebilir. Hıristiyanlar mı?)
Gene Thompson’a göre; iktidarda olan ve “sözlü iletişim kuran sınıf’ düzgün bir aksana sahip, Tarot falı gibi servet ve zenginlik içe konsey tarafından idare edildiğini ortaya koymaktadır. Bu adamları ben, Has Daire olarak isimlendiriyorum. Bu eski Yu nan tanrılarına benzeyen sözde tanrı insanların hemen altında, ortak merkezli dairenin dış halkalarında ise binlerce inanmış yeni üyeler ve havariler bulunur. Bu erkekler ve kadınlar şeytanın hizmetkârıdırlar ve kendi içlerinde de “13”lü büyücülük grupları oluştururlar.
1995’te, eşim Wanda ile birlikte ben de bu gösterişli olarak dekore edilmiş, olağanüstü büyüklükte inşa edilmiş Biltmore Malikânesini ziyaret etme fırsatını buldum. Dış kısımlarda, garip görünüşlü şeytani oluklar fark ettim. İç kısımlarda ise ahşap mobilyalara işlenmiş tanrıçalar ve şeytani yüzler gördüm. Göze çarpacak derecede büyük ve gösterişli bir kütüphanenin yüksek tavanları, üstünde çıplak göğüslü tanrıçaların resimleriyle, Vatikan’daki Şistine Şapelin tavanındaki Michelangelo fresklerine benzer şekilde süslenmişti. Mason localarının gizemli ritüelleri de duvarlara, tavanlara ve süslemelere işlenmişti. Boğucu bir ruhani ve karanlık hava, bu devasa malikânenin duvarlarına kadar işlemişti.
Biltmore Malikânesi’ni ziyaretim esnasında hissettiğim duyguların benzerlerini, Long İsland, New York, San Simeon, Kaliforniya, Paris, Bavyera ve daha pek çok değişik yerdeki şatoları ve malikâneleri ziyaret ettiğim zaman da hissettim. Uğraştığımız şeyler; İsa Mesih’i küçümseyen, Hıristiyanlığı ise aşağı sınıfların ve hatta soytarıların ilgi alanı ve dayanağı olarak gören, kirli zenginler ve güçlü hanedanlıklardır. İlluminati’nin kan bağından (soyundan) gelen evlatları, kendilerini, zavallı ve aşağı düzey bilinç sahibi yığınların dinî inançlarının çok üzerinde görürler. Bu insanlar, kendi şeytani rehberleri tarafından, titanlar ve tanrılar yeryüzüne hükmetmeye yazgılı, Tanrimn görevlendirdiği, ilahi kişilikler olduklarına ikna edilirler.
şimdilerde inançlı bir Hıristiyan olarak, yeniçağ hareketlerinin bozuk taraflarını ve satanizmin kötülüklerini ortaya koymaya ve insanları aydınlatmaya kendini adamıştır. Son Trompet isimli mektubunda Vanderbilt ailesinin Biltmore malikânesinde tanıklık ettiği büyülüyeci gözlemlerini şöyle anlatmaktadır:
“Uzun zamandır bu 250 odalı malikânenin İlluminati’nin dünya çapında genel merkezi olduğunu biliyordum. Sonunda, bir avuç seçkin insanın dünyayı idare etmek üzere toplandığı bu yeri ziyaret etme imkânına kavuştum. Odaların bazıları herkesin ziyaretine açık, ancak pek çoğu yasaklı. Kameralara da izin verilmiyor. Dolaştığımız ilk odaların birinde, üzerin de “Tanrıların Toplantı Yeri” yazılı bir levha dikkatimi çekti. Malikânenin tapınak benzeri odalarının duvarları boydan boya; Poseidon, Zeus, Pan gibi mitolojik şeytani tanrıların ve prensliklerin resimleri işlenmiş duvar halıları ile kaplıydı. Büyücülükte ve özellikle İlluminati’nin yüksek seviyelerinde, resimli duvar örtüleri kutsal kabul edilir. Çünkü zamanın, bir ilmek olarak bu örtülere işlendiğine ve sonsuz ruhun krallığına ait olduğuna inanılır. Ayrıca odanın ortasına konmuş devasa bir masa fark ettim. Masanın etrafında ince bir el işçiliği ile süslendiği açıkça belli ahşap 13 sandalye mevcuttu. Bu sandalyelerin kol dayama yerleri yoktu, sadece masanın her iki ucunda bulunan iki sandalyede kol dayama yeri mevcuttu. Bu masanın bir başında yüksek rahip konumunda bir reisin, diğer başında ise yüksek rahibe konumunda diğer bir reisin oturacağını tahmin edecek kadar büyücülükle ilgili yeterince bilgi sahibi idim.”
David Meyer’in büyücülük faaliyetlerine delalet eden masa ve oturma düzeni (13 sandalye) ile ilgili yorumları, şaşırtıcı olmasının yanı sıra dikkat çekicidir de. Benim araştırmalarım da İlluminati’nin en tepede, on bilge kişiden müteşekkil bir
Benzer Yazılar
- Hiperborc görüşü
- Yüce Merih Tanrısı
- Tarih öncesi çağlarda Sibirya’da yaşayan mağara adamları silah kullanır mıydı?
- Olağanüstü, garip, esrarengiz olaylar
- Sümer uygarlığı