Evrenin sırları

Evrenin sırları

Bizim eserlerimiz, o eserlere kattığımız düşüncelerimiz ve onların kullanımı etrafında gelişen alışkanlıklarımızın hepsi, tıpkı yediğimiz vitamin ve minerallerin, soluduğumuz havanın canlı bedenimiz olan ilişki bütününe katılması gibi, dünyamız olan ilişki bütüne katılırlar. Bedenin, ortamına tepki olarak (evrimsel dürtü) değişme ve büyüme ihtiyacı göstermesi gibi, bilinç de dünyasının verilerinden yola çıkarak daha büyük ilişki bütünleri biçimlendirerek genişlemek ihtiyacındadır. Bilincin fiziğiyle yaşamın fiziği aynıdır. İkisi de Fröhlich tarzı Prigogine sistemleridir.

İmal edilen bir nesnenin işe yarar olup olmadığını yargılarken, yani örneğin bir kâsenin, bir masanın, iyi ya da kötü olduğunu ya da bir evin iyi ya da kötü bir ev olduğunu söylerken, aslında başlangıçta onun üretimine yol açan iki ihtiyaç türünü de karşılayıp karşılamadığını araştırıyoruzdur. Bunlar işlevsel (nesnenin işe yarayıp yaramadığı) ve daha insani olan (dünyamızı yansıtıp, onu zenginleştirip zenginleştirmediği) ihtiyaçlardır. Daha insani olan ihtiyaç, estetik ihtiyaç diye daha uygun olarak tanımlanabilir. Bu nesnelerin “duyumu”, bizde uyandırdığı duygular ve güzellik gibi değerlerle veya hatta tinsellikle ilgilidir.

Bir eserin işlevini yargılamakta kolay, oldukça mekanik ve çok açık, nesnel bir ölçüt vardır. Çorbayı sızdıran bir kâsenin işe yarayacağını kimse ileri sürmez. Aynı zamanda, mimaride modernist tasanmın ve şehir planlamasının kâse ve masadan, kıyafet, araba ve eve kadar değişen tüm eşyaların toplu üretiminin pratiği yalnızca işlevin yetersizliğini açığa çıkarmıştır.

Plastikten yapılmış dümdüz bir yüzeyi ve bacakları olan masanın sadece işlevsel oluşunda çirkin ve kaba bir taraf vardır ya da şu modernist mimar Le Corbusier’in “yaşam makineleri” diye adlandırdığı, şehir merkezlerimizde yara izi bırakan o her yerde hazır ve nazır yüksek beton binalar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bunlann özellikle planlanmış mekanik tasarımlan, kullanımlanndaki tüm insaniliği göz ardı etmiş olan ve kökünü ftewtoncu kültürün mekanik eğiliminden alan yabancılaşma duygusunu körükler. İnsana ait (insan bilincine ait) hiçbir unsur taşımayan eserler, ilişkiye geçtiğimizde bize hiçbir şey ifade etmezler. Bizimle diyalog halinde değildirler ve bizim yaratıcı keşif ihtiyacımızı karşılayamazlar.

Fakat bir kâse, masa ya da evin estetik gereksinimleri karşılayıp karşılamadığını sorgulama ölçütü ilk başta daha anlaşılmaz gözükür. Eğer bunları biz kendiliğimizden yapmışsak, bir şeyi şekillendirme sürecinde benliklerimizle madde arasındaki yaratıcı diyaloğun doğası gereği, doğal olarak bizi ve dünyamızı ifade ederler (ve yaratırlar). Ancak bunlar bir tasarı göre ya da başkaları tarafından bizim için yapılmışlarsa bu olmayabilir. O zaman bizim gereksinimlerimize karşı pek “hassas” olmayabilir, hatta onlan boğup bastırabilirler.

Benzer Yazılar

Leave a Reply