Evren’in en garip özelliği, karanlık bir gökyüzünde saçılmış parlak yıldızlar bulundurmasıdır. Tüm bu yıldızlar, ısının sıcak bir yerden, soğuk bir yere aktığı kuralına uygun olarak, soğuk Evren’e ısı enerjisi savurmakla meşguldür. Eğer bu sonsuza kadar devam ediyor olsaydı, yıldızlar arasındaki uzay, yıldızların kendileriyle aynı olan bir sıcaklıkta, radyasyonla dolu olurdu ve Evren dengede olmuş olurdu. Alternatif olarak, eğer yıldızların sönmesi için yeteri kadar uzun süre beklersek, tüm Evren’i bir yıldızın sıcaklığına getirecek kadar ısı üretemeyecekleri için, yıldızlar soğuk çevreleriyle dengede olarak soğuk közler haline geleceklerdir. Her halükarda, eğer sıcak ve soğuk yerler arasında herhangi bir fark yoksa, ısı akamaz; Evren termodinamik dengededir (ya da hemen hemen aynı olan termal dengededir) ve enteresan hiçbir şey olamaz.
Şu an termodinamiğin ikinci yasası olarak bildiğimiz şey, Alman fizikçi Rudolf Clausius tarafından 1850’de yayımlanmış bir makalede bilimsel tartışmaya sunulmuştur. Clausius neredeyse gelişigüzel bir şekilde şöyle yazmıştır: “Isı her zaman sıcaklık farklılıklarını dengelemeye ve bu nedenle daha sıcaktan daha soğuk cisimlere geçmeye meyillidir.” Sonraki birkaç sene içinde, Clausius ve diğer araştırmacılar, bu fikri elden geçirip daha iyi bir hale getirmişlerdir ve güvenli bir matematiksel temele yerleştirmişlerdir; ama 1850 makalesi termodinamik biliminin başlangıcı olarak sayılır.
Isı her zaman sıcaklık farklılıklarını dengelemeye ve bu nedenle daha sıcaktan daha soğuk cisimlere geçmeye meyillidir.
Bu fikirleri soğuk bir Evren’deki sıcak yıldızların düşündürücü varlığıyla ilişkilendiren ilk kişi, Belfast’da doğan, ama hayatının çoğunu îskoçya’da geçiren ve bugün daha çok bilinen adı Lord Kelvin olarak soyluluğa yükseltilen William Thomson’dır. Thomson bağımsız olarak Clausius’la bazı aynı sonuçlara ulaşmıştır; termodinamik prensiplerine dayanan sıcaklığın “mutlak” ölçeği, Thomson’ın onuruna Kelvin ölçeği olarak isimlendirilmiştir. 1852’de Thomson, Evren’in tükendiği fikrinin erken bir versiyonunu ileri sürdüğü, “Mekanik Enerjinin Dağılımı Üzerine Doğadaki Evrensel Bir Eğilim” adlı bir bilimsel makale yayımladı.
Bu, uzmanlar arasında hatırı sayılır bir ilgi ve tartışma başlattı ve 1862’de Thomson, “Güneş Isısının Yaşı” isimli bir makale yayınladı; bu makalede şöyle belirtti: “Eğer evren sonlu ve var olan yasalara uyacak şekilde kaldıysa; sonuç kaçınılmaz olarak evrensel bir durgunluk ve ölüm olur.” “Isı ölümü” terimi (veya termal ölüm) Alman Hermann Helmholtz tarafından, iki yıl sonra, Evren’in nihai kaderini tanımlamak için sunulmuştur; hem Thomson hem Helmholtz Evren’in bu şekilde tükendiği gerçeğinin, onların bildiği fizik yasalarının dışında bir sebep yüzünden, önceleri daha düşük bir entropi durumunda olduğu anlamına geldiğinin farkına vardılar. 1890’lardan itibaren, Evren’in ısı ölümü fikri H. G. Well’s klasik hikâyesi The Time Machine’de görünecek kadar yaygın bir kavram haline geldi. Ama ondan sonra, Poincaré ve Boltzmann sahneye çıkmışlardı.
Benzer Yazılar
- Burçlar ve Yaratıcılık: Sanatsal Enerjinizi Keşfedin
- Tarot Kartları ve İçsel Şifa
- Astroloji ve Sağlık: Hangi Burç Hangi Organı Temsil Ediyor?
- Tarot Falı ve Günlük Pratikler: Kendi Kartınızı Çekme
- Rüyalarınızda Ölen Kişilerin Mesajları