Günümüz teleskoplarıyla görünebilecek yüz milyarlarca galaksi olduğu tahmin edilmesine rağmen sadece birkaç bini üzerinde sistematik olarak çalışılmıştır. Bunlar Görünür Evren boyunca kümeler olarak bilinen gruplar halinde dağılmışlardır. Şimdiye kadar fotoğraflanmış en uzaktaki küme, teleskoplarımıza on milyar yıl seyahat edip gelen ışık sayesinde görünmektedir. Bu, galaksilerin tam olarak on milyar yıl uzakta olduğu anlamına gelmiyor. Bunun nedeni 1920’lerde yapılan gözlemlere bağlı olarak galaksi kümelerinin birbirlerinden ayrılarak hareket ettiğinin büyük keşfidir. Evren genişliyor, dolayısıyla on milyar yıl sonra o ışığı üreten galaksiler bize ışığı gönderdikleri yerle aynı uzaklıkta değiller.
Evrensel genişleme, kozmik tarihte yerimizi anlamak için çok önemlidir. Şans eseri keşfedilmiştir. Aslında bu, kendisi tarafından önemsenmese de Albert Einstein’ın genel görelilik teorisinin öngörüsüdür. 1920’lerin sonunda ve 1930’lann başında, Amerikan astronom Edwin Hubble galaksilere olan uzaklığın ölçümüyle ilgileniyordu ve meslektaşı Milton Humason’la çalışarak bir galaksiye olan uzaklığın, onun spektrumundaki özelliklerin kırmızıya kaymasıyla orantılı olduğunu keşfetti. Kırmızıya kayma tam olarak isminin söylediği şeydir; laboratuarda ölçülen Spektrum özelliklerinin pozisyonuyla karşılaştırıldığında, bu özelliklerde spektrumun sonundaki kırmızıya doğru kaymaya denir. Hubble kırmızıya kaymanın neden meydana geldiğiyle ilgilenmedi ve dolayısıyla açıklamaya çalışmadı. Onunla sadece uzaklıkları hesaplamak için ilgilendi. Ancak kısa zaman sonra diğer astronomlar sayesinde anlaşıldı ki, bu etki zaman ilerledikçe galaksiler arası mesafenin (doğrusunu söylemek gerekirse galaksi kümeleri arasındaki mesafe) artmasından kaynaklanıyordu.
Kozmolojik kırmızıya kaymanın hızlıca bu şekilde yorumlanmasının sebebi, tam da bu tipte bir uzay genleşmesi etkisinin Einstein tarafından 20. yüzyılın ikinci on yılında geliştirilen genel görelilik teorisinin doğal bir sonucu olmasıydı. O zamanlar bazı insanlar hâlâ Samanyolu’nun bütün Evren olduğunu ve kesinlikle genişlemediğini düşünüyorlardı. Bu yüzden Einstein denklemlerine Yunanca bir harf olan lambda (A) ile gösterilen ve genellikle “kozmolojik sabit” olarak bahsedilen fazladan bir terim ekledi. Sabit çıkarıldığında genel teorideki denklemler doğal olarak tam da galaksi gözlemlerinin ortaya çıkardığı şekilde genişleyen bir evren öngörüyordu. Bu genişlemenin gerçekten uzayın kendi kendine büyümesinden ortaya çıktığını anlamak önemlidir. Her ne kadar Doppler etkisiyle bu yoldan kırmızıya kaymalar oluşturmak mümkün olsa da, kozmolojik kırmızıya kayma uzay boyunca hareket eden galaksiler tarafından oluşturulmaz. Kırmızı ışık mavi ışıktan daha uzun bir dalga boyuna sahiptir ve kozmolojik kırmızıya kayma, bizim ve uzak galaksiler arasındaki uzay genişledikçe, seyahatleri boyunca genişleyen ışık dalgaları yüzünden oluşmaktadır.
Bir bombanın patladığı yerden dışarı doğru hareket eden şarapnel parçacıkları örneğininin aksine, bu genişlemenin kilit özelliği bir merkezinin olmamasıdır. Doppler etkisi benzetmesiyle, astronomlar kozmolojik kırmızıya kaymanın galaksinin uzaydaki hareketi sebebiyle olmadığını bilmelerine rağmen, bunu genellikle bir galaksinin “geri çekilme hızı” olarak ifade ederler. Aslında demek istedikleri Doppler etkisiyle aynı etkide kırmızıya kaymayı oluşturmak için gerekli eşdeğer hızdır. Bu durumda hız, bize olan uzaklıkla doğru orantılıdır. Ama herhangi bir galaksiden aynı şeyi, yani hızın uzaklıkla orantılı olduğunu görürsünüz. Bizler Evren’in merkezinde değiliz ve merkez diye bir şey yoktur.
Basit bir benzetme her şeyi anlaşılır kılar. Farklı boya lekeleriyle rastgele noktalandırılmış, basketbol topu gibi bir küre düşünün. Kürenin büyüklüğü iki katına çıkarsa, her boya lekesi kendi komşularından uzaklaşıyor gibi görünür. Diğer lekeler, ölçmek için seçtiğiniz herhangi bir lekeden, uzaklaşıyor görünür. Bu, Evren’de özel bir yer kaplamadığımız gerçeğine başka bir örnektir. Dünya ayrıcalıklı bir konumda olmaktan uzaktır. Rus kozmolog Alex Vilenkin’in durumumuzu açıklamak için koyduğu “dünyasal sıradanlık”* terimiyle belirttiği gibi sadece ortalama bir yerde konumlandığı gözükmektedir.
Ama kozmolojik kırmızıya kaymanın, büyük bir patlamanın merkezinden dağılıyormuş gibi, uzay boyunca galaksilerin birbirlerinden uzaklaşması sebebiyle oluşmamasına rağmen, kozmik genişlemeyi tersine çevirmeyi hayal edersek, uzun zaman önce etrafımızda gördüğümüz her şeyin uzayın çok daha küçük bir hacmine sıkıştırıldığı sonucunun çıktığını görürüz. Bu, Evren’in şu anki genişlemesini çok iyi açıklayan denklemlerle doğrulanmıştır. Evren’in genişlemesinin modem ölçümleri matematiksel modellerle birleştirildiğinde, tüm görünen Evren’in 13,7 milyar yıl önce bir atomdan daha küçük bir hacim kaplayan sıcak bir ateş topu şeklindeki bir enerjiden ortaya çıktığıdır.
Benzer Yazılar
- Burçlar ve Yaratıcılık: Sanatsal Enerjinizi Keşfedin
- Tarot Kartları ve İçsel Şifa
- Astroloji ve Sağlık: Hangi Burç Hangi Organı Temsil Ediyor?
- Tarot Falı ve Günlük Pratikler: Kendi Kartınızı Çekme
- Rüyalarınızda Ölen Kişilerin Mesajları