Okyanusların derinliklerine inmek konusunda, uzaya doğru yükseliş hamlesine benzer ilerlemeler görüyoruz; tıpkı birbirlerinin yansımaları gibi. Bu alandaki çalışmalar, yeni teknosferin çok önemli bir parçasını oluşturacağı düşünülen bir endüstri grubunun temelini ortaya koyuyor. Dünya üzerindeki ilk sosyal değişim dalgası, atalarımız yaşam için avlanmaktan ve meyve toplamaktan vazgeçip, hayvan yetiştirmeye ve toprağı işlemeye başladığında gerçekleşmişti. Denizle olan ilişkimizde bulunduğumuz yer de işte tam olarak burası.
İnsanların hâlâ kitleler halinde açlıktan kırıldığı bir dünyada, okyanuslar yiyecek sorununa çözüm getirmeyi sağlayabilir. Doğru işlendiği takdirde, fazlasıyla ihtiyaç duyulan protein denizlerde bol miktarda bulunur. Günümüzdeki şekliyle bir endüstriye dönüşmüş olan balıkçılık özellikle denizlerin altını üstüne getiren Japon ve Rus gemileri düşünülürse denizde yaşayan birçok canlı türünün soyunun tükenmesi tehdidini yansıtıyor. Buna karşılık, zekice bir “su kültürü” balık çiftlikleri ve üretimine ek olarak bitki çalışmaları varlığımız açısından çok önemli yer tutan biyosfere zarar vermeden insanoğlunun yiyecek sorununu çözmekte çok etkili olabilir.
Denizlerde petrol arayışı, ne yazık ki denizlerde “yağ yetiştirme” imkanını gölgede bıraktı. Oysa, Dr. Lawrence Raymond, denizde bol yağlı yosunlar yetiştirmenin mümkün olduğunu gösterdi. Bunu ekonomik bir kazanç haline getirmeyi planlayanların sayısı az değildir.
Denizlerde bakır, çinko, kalay, gümüş, altın, platin gibi madenler ve daha da önemlisi, karada yapılan çiftçilikte kullanılan gübrelerin üretilmesine yarayan fosfat vardır. Maden şirketleri, 3.4 milyar dolarlık çinko, gümüş, bakır, kurşun ve altın olduğu hesaplanan Kızıldeniz’i gözlerine kestirdiler bile. İçlerinde dünya çapında devlerin de bulunduğu yüzü aşkın şirket, okyanus tabanlarından manganez yumruları toplamaya hazırlanıyor. (Bu yumrular yenilenebilir kaynaklardır. Hawaii’nin güneyinde, bu yumrulardan yılda altı ila on milyon ton yetiştiği gözlemlendi.)
Bugün gerçek anlamda uluslararası olan dört grup, 1980’lerin ortalarında milyarlarca dolarlık bir girişimle okyanus tabanlarında madencilik çalışmalarına başlamaya hazırlanıyor. Bu gruplardan biri, yirmi üç Japon firmasını, AMR adında bir Batı Alman grubunu ve Kanadalı International Nickel firmasının Birleşik Devletler kolunu bir araya getiriyor. İkinci bir zincir, Belçikalı şirket Union Miniere’i United States Steel ve Sun Company ile birleştiriyor. Üçüncü bir girişim, Kanadalı Noranda ile Japon Mitsubishi’yi, Rio Tinto Zinc firmasını ve İngiltere’den Consolidated Gold Fields şirketini grupluyor. Son grup, Lockheed ile Royal Dutch/Shell grubu arasında bir birleşme yaratıyor. Financial Times’a. göre, “bu çalışmalar sonucunda belli madenler çıkarıldığı takdirde, büyük bir devrim gerçekleşecek.”
Bu çalışmalar dışında, HoffmannLa Roche adlı eczacılık firması, kanamayı durduran, acıyı dindiren, hastalık teşhisine yardımcı olan, küflenmeyi önleyen maddeler bulabilmek için sessiz sedasız bir şekilde okyanus tabanlarını tarıyor.
Bu teknolojiler ilerledikçe, kısmi ya da tamamen suya gömülmüş “su köyleri” ve yüzer fabrikalar görmemiz işten bile değil. Arsa değerinin en azından şimdilik sıfır olması ve hemen yerinde ucuz enerji elde edilebilmesi rüzgar, termal akımlar ve gelgitler sayesinde bu türlü yapıların karadakilerle rekabet edebilir hale gelmesini sağlayabilir.
Marine Policy dergisi, şöyle bir çıkarımda bulunuyor: “Denizlerde yüzer platform teknolojisi, birçok devlet kadar şirket ve özel girişimlerin de karşılayabileceği kadar ucuz. Muhtemelen, ilk yüzer şehirler endüstrileşmiş ülkeler tarafından kurulacak… Çokuluslu şirketler bu platformlar üzerine ileri geri taşınabilecek çeşitli ticari merkezler veya fabrikalar kurabilir. Gıda firmaları, deniz ürünleriyle ilgili çalışmalarında bu platformlardan yararlanabilir. .. Vergisiz bir cennet arayışında olan şirketler, yeni bir yaşam tarzı arayışındaki maceracılar, bu tür yüzer şehirlerle özgürlüklerini kazanabilirler… Başka ülkeler tarafından bağımsızlıkları tanındığı takdirde, teknik azınlıkların bağımsızlıklarını ilan etmelerine yol açan bir öncü olabilirler.”
Kimi tabana, kimi pervanelere dayanan, denge sağlayıcı araçlarla pozisyonlarını değiştirebilen petrol arama kulelerinin desteklediği teknolojik ilerlemeler, yüzer şehirlere ve bunların kurulmasında çalışacak endüstrilere hareket noktası sağlıyor.
Genel olarak, insanı denizlere iten ticari nedenler o kadar hızlı artıyor ki ekonomist D. M. Leipziger’e göre, günümüzde birçok büyük firma, daha önceleri Birleşik Devletler’in batısında toprak dağıtımı için düzenlenen yarışların başlama işaretini bekleyen maceracılar gibi, sabırsızca bekliyorlar. Endüstrileşmemiş ülkelerin, denizlerin sağlayabileceği kaynakların yalnız zengin ülkelerin kullanımına değil, tüm insanoğlunun ortak kullanımına sunulması için çırpınmalarının bir nedeni budur.
Bu gelişmeleri birbirlerinden bağımsız olarakBenzer Yazılar