Bireyliğin geliştirilmesi. Otoriteyi sorgulama kapasitesinin geliştirilmesi. Kültürel ve sosyal koşullandırmanın aşılması.
Aksilik, inatçılık, esnek olmamak, alınganlık, tuhaflık, güvenilmezlik, sorumsuzluk, bencillik, başkalarının duygularına duyarsızlık, başkalarından öğrenememek, sırf öyle olmak için egzantriklik.
Yaşamın hangi departmanında sosyal onay olmadan hareket etmeye gönüllü olmalıyım? Kuralları yıkıp, kendi yolumu takip etmeyi nerede yapmalıyım? Hangi otoritelere meydan okuyup, saldırmak yazgısına sahibim? Dışsal tavır sakin, güvenli ve çatışmasız görülürken, bireylik bir fantezi dünyasında dağılıp gidebilir. Dahiyi sembolize edebilir, ama yüksek zekadan daha ziyade, aklın kültür tarafından dikte edilen “bariz gerçek”ten özgürleşmesini.
Gugukkuşu’rıun Yuvasının Üstünden Birisi Uçtu’ da PatrickMcMurphy ve onun canayakın şizofren çetesi akıl hastanesinden kaçıp, bir balıkçı teknesine el koyduğunda hepimiz onaylayıp destekledik. Herkes ezileni, özellikle o baştaki köpeğin isteğine meydan okuduğunda sever. Dava ne kadar kayıp olursa olsun, “artık buna daha fazla katlanmayacağım” herkeste sempatik duygular uyandıran bir çığlıktır.
Hiyerarşiler, otoriteler, kurallar ve yönetmelikler – bunlar her medeniyetin temel esaslarıdır. Onlar olmadan hâlâ birbirine taş atan bir grup Neanderthal olurduk. Ama hepimizin içinde bir şey bu kısıtlayıcılardan nefret eder. İçimizdeki şey ne yapacağının söylenmesine dayanamaz. O şey kanun kaçağıyla, isyanla, kuralları çiğneyenle özdeşleşir.
Bu evcilleştirilemez niteliğin astrolojik ismi Uranüs’tür. Uranüs bireyliğin, özgürlüğün gezegenidir. Onun için en büyük mutluluk başkaldırı olasılığıdır. Bağımsızdır, isyankardır, dik kafalıdır, ilginçtir. Eğer fizikçilerin belirsizlik ilkesi için astrolojik bir sembol varsa, o Uranüs’tür. Hiçbir gezegen bu kadar ne yapacağı bilinmez değildir.
Astronomik gözlemler Uranüs’ün anlamım doğrulamaktadır. Çoğu gezegenin ekvatoru hemen hemen güneş sisteminin düzlemi içindedir. Bir başka deyişle, dünya için kuzey neyse, Jüpiter için de kuzey odur. Uranüs ise farklıdır. Ekseni etrafında dönmez. Yuvarlamr. Kuzeyi bizim kuzeyimize neredeyse diktir. Bireyliğin gezegeni uzayda bile kendi ritminde dans eder.
Bireylik nedir? Dil, felsefe, ruh hali, stil bu özellikler bireylik değildir. Bunlar kültür ve deneyimden doğan maskelerdir. Amerika’da doğarız. Bir kaç Clint Eastwood filmi seyrederiz, Barbie bebekleri giydiririz, biraz Agatha Christie, azıcık popüler psikoloji okuruz ve karşınızda oluşmuş bir kişilik. Bu bir eklentilerde gelişme süreci, kazayla doğumun biraz ötesidir.
Bireylik daha derin, daha vahşi ve spontan, kişilik yapısında doğuştan var olan bir şeydir. Brooklyn’de de doğsak, Batsuananda’da da doğ-sak aym kalacak, değişmeyecek yönümüzdür. İçinde doğduğumuz kabilenin efsanelerini kabullenmeyen yönümüz. Bu kurallara uymayan yönümüz. Otoriteye saygı göstermez. Atalara, din adamlarına, başkan-lara reverans yapmaz. Yapmacıklığı onurlandırmaz.
Bireyliğimizi ortaya koyup, onu geliştirdiğimizde, eğlenceli cehennemi yakalarız. Niçin? Çünkü toplumsal kültür ve bireylik, toplum ve Uranüs, Tanrı kuasarları yaktığından beri ölümcül düşmanlardır.
Bu savaşta kahramanlar, kötü adamlar yoktur. Söylenebilecek en iyi şey iki tarafın da diğerinin aşırılıklarını düzelttiğidir. Eğer kültür kazanırsa, hepimiz sonsuza kadar aym iki, üç hikayeyi yaşayan robotlara döneriz. Eğer Uranüs kazanırsa, barbarlığa indirgeniriz.
Uranüs özgürleşmemiz için bize meydan okur. Doğum haritamızdaki konumu isyan noktamızdır. İçinde bulunduğumuz kültürün empoze ettiği sınırlamalarla özümüzün savaş yaptığı alandır. Kendimize dürüst olmak için kuralları çiğnememiz gerekir. Ve onları çiğnediğimiz zaman başımız belaya girer. Bireyliğimizi geliştirmek ve savunmak zorunda kalırız.
Daha soma doğum haritamızdaki ipuçlarını çözmeyi öğreneceğiz. Orada bir savaş planı ve eğer savaşmamayı seçersek korkunç teslim olma tarifleri yer alıyor. Ama şimdi sadece ilkeyi kavramamız gerekiyor: Uranüs Yapmacık Tavır Güzelinin akıntısıyla sürüklenmeyi reddeden yö-nümüzdür.
“Görülmeyen gezegen” olarak Uranüs fazla gürültü, patırtı yapıyor. İsyamn üstünlüğü nereden geliyor?
Satürn’ün sınırlarının ötesindeki ilk adım kelimenin normal anlamıyla “ruhsal” değildir. Boyun eğmenin, kişisel olmamanın, bilinçdışı hareketin ötesine doğru bir adımdır. Kişilik kendi şuurlarım aşmadan önce kusursuzlaştırılmalıdır. Alkışlara ve yergilere aldırmadan, içsel olarak ne isek dışta da bunu ortaya koymalıyız. Devrimcinin veya dehanın yalnız kalma zorunluluğunu kabullenmeliyiz. Kabileyi terk etmeliyiz.
Bazı olasılıklar daha dehşetlidir. İşimizden, evliliğimizden, sıkıcı hayatımızdan yakınabiliriz, ama korku veren, zalim dünyamn önünde bu desteklerden yoksun, çırılçıplak durmak ve yine de bilinçli ve tutarlı yaşamsal kararlar almak cesaretin en üst düzeyidir. Uranüs sıçrayışının özü ruhsal dönüşümdür.
Eğer bunu yapmak istemezsek ne olur? Bu bizim seçimimizdir. Bütün görülmeyenlerde olduğu gibi, bu gezegen biz çaba harcamadan karakterimize olumlu bir katkıda bulunmaz. Ama buharlaşıp, uçup gitmez de.Uranüs’e sağlıksız bir tepki belirgin olarak boş, sembolik savaşlar içerir. Doğum haritasında kariyer alanında Uranüs bulunan bir adam düşünün. Kalben bir istiridye arayıcısı olmak istiyor. Ama o bir avukat, bütün aile büyükleri avukat, boğazma kadar “tepeye kadar pençelerinle tırman” mitolojisiyle dolu. Uranüs’ün çağrısına yanıt vermek, hukuk diplomasim pencereden atip, istiridye tırmığı almak en büyük arzusu, ama o oranda gerekli cesareti toplayamıyor.
Ne oluyor? Uranüs’ün patlayıcılığı güvenli tuhaflıklara kanalize oluyor. Ofiste blue jean giymek konusunda ısrar ediyor. Kravat takmayı kesinlikle reddediyor. Ve bu anlamsız egzantriklikleri bütün tutkusuyla savunuyor. Oysa bu tutkuyu kendi hayatım yaşama hakkım savunmak için kullanabilseydi daha kazançlı olabilirdi. Uranüs’ün bizi harekete geçirmek için kullandığı kamçı budur: eğer onun sınavlarından geçemezsek, kendimizi başkasının filminde tali bir rol oynarken bulabiliriz. Bu rol genellikle zararsız ama gülünç ve saçma bir kukla rolüdür
Uranüs ve diğer görülmeyen gezegenlerle ilgili küçük bir dipnot: bu gezegenlerin astronomik olarak keşfedildikleri zaman psikolojik olarak keşfedildikleri zamanla aynıdır. Uranüs 1781’de, bilinçliliğin global olarak yükseldiği bir dönemde bulunmuştur. Amerikan devriminin henüz gerçekleştiği ve Fransız devriminin ise ufukta yükselmeye başladığı dönemde. Aynı zamanda bilim çağı, “Aydınlanma Çağı” başlamaktadır. Dünya üzerinde her yerde bireyin değeri ve otoriteyi sorgulama hakkı kollektif bilinçte hücuma geçmiştir.
Bu bir rastlantı mı? Belki. Ama bir de şöyle düşünün: Uranüs çok soluk ışıklı bir gezegen olmasına rağmen belirli zamanlarda çıplak gözle görülebilmektedir. Ben North Carolina’mn nemli ve puslu atmosferinde yaşıyorum ve gözlerim normalden fazla keskin değil. Buna rağmen ben Uranüs’ü gördüm. Bir mil ötedeki bir kedinin gözleri gibi bulanıktı, ama gördüm. Öyleyse, acaba niçin Kaideliler, Mısırlılar ve Çinliler onu gözden kaçırdılar? Elektrik ve kirlilik atmosferi puslandırmadan önce binlerce yıl özenli gözlemlerle gökyüzü taramyor ve Uranüs’le ilgili hiç bir kayıt yok. Acaba bu henüz onu görmeye hazır olmadığımızdan kaynaklanabilir mi?
Benzer Yazılar
- Burçlar ve Yaratıcılık: Sanatsal Enerjinizi Keşfedin
- Tarot Kartları ve İçsel Şifa
- Astroloji ve Sağlık: Hangi Burç Hangi Organı Temsil Ediyor?
- Tarot Falı ve Günlük Pratikler: Kendi Kartınızı Çekme
- Rüyalarınızda Ölen Kişilerin Mesajları