Çok yorucu bir gün geçirmiştim. Yatacak bir yer bulduğum için şanslıydım zira adım atacak halim kalmamıştı.
Gumri’de bir düzine kadar asker vardı. Bütün kışı, ister istemez, burada geçireceklerdi; karın tecrit ettiği bir kışla. Askeri barakaların arkasında Gumri Buzulu dev bir şekilde yükseliyordu. Zoji La yolunda üç kilometrelik bir bölüm tıkanmıştı. Askerler buldozerlerle iki taraflı olarak çalışıyorlardı ve ancak dörtbeş günde yolu açabileceklerdi. Günbatımında geri döndüklerinde üstleri başlan, elleri, yüzleri kapkaraydı.
Acaba buraya geldiklerinden beri hiç mi yıkanmamı şiardı? Bu soğukta nasıl yıkanacaklardı ki? Bu, bana bir masalı anımsattı: Pis bir işte çalışan pis insanlar, sobadan is basmış odalarında pis dumanlar çıkaran sigaralar içip, pis yataklarında yatıyor ve ertesi sabah yine pis giysileriyle pis işlerine gidiyorlar…
Ben dizlerime kadar çamura batmış halimle onların yanında temiz kalıyordum. En azından kırmızı kazağım ve mavi blucinimle renkli bir kıyafetim vardı. Onların giysileri haki ve toprak rengi ya da is rengiydi.
Barakamda üstüm başımla öylece yattım, kürk şapkam dahil. Yine de, uyku tulumunun içinde donuyordum. Zoji La geçidini bisikletle nasıl aşabileceğime ilişkin hiçbir fikrim yoktu. Sadece şafakta yola çıkmam gerektiğini biliyordum; henüz her taraf buz tabakasıyla kaplıyken ve çığ tehlikesi olmadan. Geçitte fazla tırmanmamı gerektirecek dik yolların olmadığını umuyordum.
Sabah kürklü şapkamın kulaklıklarını sıkı sıkı bağladım ve barakanın önüne çıktım. Yol buz tutmuştu; iki kenarında yüksek buz duvarlar! Harika! Hemen bisiklete atladığım gibi pedallara bastım ve olduğum yerde bir daire çizerek dirseğimin üstüne düşüverdim. Yavaşça kalktım. Bu şekilde gidemeyecektim.
O sırada yoldan geçen atları gördüm. Buzun üstünde at nalları da, en az bisiklet kadar kayıyor olmalıydı. Atların bıraktığı izler, yolun dışında geniş bir ark çizerek yumuşak kar kaplı bir alandan geçiyordu. Bu izler üzerinden yürümeye başladım. Güneş insanın gözlerini kör edecek bir ışıkla doğarken fotoğraf çekmek için durdum. Uzakta kar, buz ve kayalıklarla devam eden yol boyunca giderek küçülen atları görebiliyordum. Zoji La hem çok güzel hem de çok tehlikeliydi. Hem orada kalıp doya doya bu manzarayı izlemek istiyordum, hem de güneş yükselmeden ve karlar erimeye başlamadan acele etmem gerektiğini biliyordum.
Atlar, karla kaplanmış köprüde, Gumri yakınında bekleyen kamyonlara yiyecek taşıyorlardı. Oraya buraya dökülen domates, bezelye ve havuçlar benim de iz sürmeme yardımcı oluyordu. Bir de at pislikleri, tabii. Sadece bir çukura düşüp kalmaktan korkuyordum. Yol üzerinde bir mezarlık hızlanmama neden oldu. Birkaçyıl önce geçitte yüzlerce insan ölmüştü. Sonbahara doğru meydana gelen bu facia sırasında geçitte bir kamyon bozulmuş ve arkadan gelen araçların önünü tıkamıştı. O mevsimde hiç görülmeyen bir kar fırtınası tam o sırada patlak verince yüzlerce insan donarak can vermişti. Karın altında kalan kamyonlarla cesetleri ancak bir sonraki yaz çıkarabilmişlerdi.
Henüz sabahın erken saatlerinde yolun en zor kısmını atlatmıştım. Hintli bir yolcu son kar yığınını da tırmanmama yardım etti. Tekrardan anayola çıkmıştım. Son kez arkama dönüp manzaraya baktım ve geçide doğru devam ettim. Virajı alırken, Ladakh platosu artık çok gerilerde kalmıştı. Bir anda süratli bir geçişle bambaşka bir ortam! Önümde Keşmir vadisine doğru rahat virajlarla keyifli bir yol uzanıyordu. Sanki bir anda her taraf yeşile boyanmıştı. Ladin ve çam ağaçları, otlaklar, dağ manzarası ve serin bir rüzgâr. Sürekli aşağı doğru tam 80 km. nefis bir yol kat ederek Keşmir’in başkenti Sonamarg’a geldim. Son yamaçtan aşağı inerken, kendi kendime avaz avaz bağırıyordum…
Keşmir’in çobanlarını ve ko yunlarını korkutmuşumdur herhalde!
Haritada Srinagar üzerine bir takım notlar koymuştum: Deniz evleri, bombalar, dondurma ve Glocken… Hepsini görmem gerekiyordu. Delhi gibi Hindistan’ın çok sıcak bölgelerinden on derece daha düşük bir ısısı olan Srinagar yazlık bir yerdi. Ancak Keşmirli tüccarların aç gözlülüğünün sonu yoktu.
“Dostum, ucuz bir deniz evim var. Görmelisin.”
“Halı ister misin? Elimde nefis bir parça var.”
Ve hep aynı kandırmaca: “ Bir çayımı içmeye gelin. Sadece bakmaya. Bir şey almanız gerekmez.”
Benzer Yazılar
- Burçlar ve Yaratıcılık: Sanatsal Enerjinizi Keşfedin
- Tarot Kartları ve İçsel Şifa
- Astroloji ve Sağlık: Hangi Burç Hangi Organı Temsil Ediyor?
- Tarot Falı ve Günlük Pratikler: Kendi Kartınızı Çekme
- Rüyalarınızda Ölen Kişilerin Mesajları