İkinci Dalga uygarlığında bir prensip daha doğdu: Odaklanma prensibi!
Birinci Dalga toplumları, çok dağınık ve çeşitli enerji kaynaklarından yararlanırlardı. İkinci Dalga toplumları ise, ancak belli yerlerde toplanmış fosil yakıtı kaynaklarına bağlı kaldılar.
Diğer yandan, endüstri toplumlarında bu şekilde odaklanmış olan şey sadece enerji kaynakları değildi. Kırsal kesimdeki insanlar da yaşadıkları yerlerden çekilip alındı ve büyük şehirlerde yaşamak zorunda bırakıldı. Çalışmalar belli noktalarda odaklandı. Birinci Dalga toplumlarında işler her yerde evlerde, köylerde, tarlalarda yapılırken, İkinci Dalga toplumlarında işin büyük ü binlerce işçiyi bir araya getiren fabrikalarda yapılmaya başlandı.
Şimdi, böylesine odaklanan şey sadece enerji ve iş dünyası da değildi elbette. Stan Cohen, New Society adlı İngiliz bilim dergisi için yazdığı yazılarından birinde şöyle vurgulamıştı: Küçük istisnalar dışında, endüstrileşmeden önce “yoksullar evde veya akrabalarının yanında kalıp bakılır, suçlular ceza olarak kamçılanır veya bulundukları toplumdan dışarı sürülür, akıl hastaları ailelerinin yanında kalır veya yoksul oldukları takdirde toplum tarafından bakım görürdü.” Kısacası, bütün bu gruplar toplumun içine dağılmış, toplumla kaynaşmış haldeydi.
Endüstrileşmeyle birlikte, bu durum devrim boyutlarında değişime uğradı. Suçluların büyük kitleler halinde hapishanelere atıldığı, akıl hastalarının sürüler halinde tımarhanelere kapatıldığı, fabrikalarda çalışan işçiler gibi çocukların da gruplar halinde okullara çekildiği on dokuzuncu yüzyıl, Büyük Hapsetmeler çağı olarak anılabilirdi.
Bu odaklanma, sermaye akışında da geçerliydi. Öyle ki İkinci Dalga uygarlığı dev şirketin ve onun ötesinde, tröst veya tekelciliğin doğumuna tanık oldu. 1960’ların ortalarında, Birleşik Devletler’deki Üç Büyük otomobil üreticisi Amerikan otomobillerinin yüzde 96’sını üretiyordu. Almanya’daki dört şirket (Volkswagen, DaimlerBenz, Opel (GM) ve FordWerke) üretimin yüzde 91’ini karşılıyordu. Fransa’da dört şirket ülkenin otomobillerinin neredeyse yüzde yüzünü, İtalya’da Fiat yüzde 90’mı üretiyordu.
Aynı şekilde, Birleşik Devletler’de alüminyum, bira, sigara ve kahvaltılık ürünlerin yüzde 80’inden fazlası, her alandaki dörder veya beşer şirket tarafından üretiliyordu. Almanya’da sıva ve boyanın 92’si, fotoğraf filminin yüzde 98’i, sanayi tipi dikiş makinelerinin yüzde 91’i, bu alanlarda çalışan birkaç şirket tarafından üretiliyordu. Son derece odaklanmış endüstrilerin listesi elbette ki bunlarla bitmiyordu.
Üretimin odaklanmasının “etkili” olduğuna, sosyalist yöneticiler de inanmıştı. Gerçekten de, kapitalist ülkelerdeki birçok Marksist ideolog, endüstrinin birkaç elde toplanmasını, sonunda bütün endüstrinin devlet elinde toplanmasının bir aşaması olarak görüyor ve buna sıcak bakıyorlardı. “Tüm vatandaşlar, tek bir kurumun… yani devletin işçisi ve memuru haline getirilmelidir,” diye nutuklar atıyordu Lenin. Daha yarım asır sonrasında, Rus ekonomist N. Lelyukhina şöyle yazacaktı: “Sovyetler Birliği, dünyanın en fazla odaklanmış endüstrisine sahiptir.”
Enerji, nüfus, iş, eğitim veya ekonomik organizasyon olsun, hepsinde İkinci Dalga uygarlığının odaklanma prensibi derinden görülüyordu; aslında, Moskova ve Batı arasındaki ideolojik farklılıkların hepsinden çok derindi.
Benzer Yazılar
- Burçlar ve Yaratıcılık: Sanatsal Enerjinizi Keşfedin
- Tarot Kartları ve İçsel Şifa
- Astroloji ve Sağlık: Hangi Burç Hangi Organı Temsil Ediyor?
- Tarot Falı ve Günlük Pratikler: Kendi Kartınızı Çekme
- Rüyalarınızda Ölen Kişilerin Mesajları