Tac Mahal Gezim

Tac Mahal Gezim

Dünyalar ÇarpıştığındaBelki de çok fazla anlatıldığı için düş kırıklığına uğramaktan korkuyordum. Oysa tam tersine, huzur verici muhteşem güzelliği karşısında çok etkilendim. Udaipur ne kadar güzel bir kentse, Agra da o kadar çirkindi. Ama Tac Mahal fotoğraflarında göründüğünden çok daha büyüleyiciydi.

Agra’da ikinci sorunumuzu tren istasyonunda yaşadık. Pas biletlerimizle her zaman istediğimiz trende yer bulurken, burada ekspres trende yer bulamadık. O gece Londra uçağım kalkacağı için mecburen bir taksi tuttuk. Dört saatlik yol korkunçtu. Hindistan’da şehirlerarası yollar doğa yasalarına göre işliyordu. Kamyonetler kamyonlara yol veriyor, taksiler kamyonetlere ve bisikletler de taksilere ve arabalara. Bu durumda bisiklette olmadığımıza şükretmemiz gerekirdi. Birkaç çarpışma tehlikesi atlattık. Önce, yanımızdan teğet geçen bir arabadan zor kurtulduk. Derken, karşımızdan gelen kamyona yol vermek için yoldan çıkmak zorunda kaldık. Daha sonra karanlıkta hiçbir ışığı olmayan bir at arabası aniden karşımıza çıkınca, şoför ancak atlarla burun buruna geldiğimizde durabildi. Sonunda havaalanına yetiştik. Bu kısa gezimiz üzerinde düşündüğüm zaman, Hindistan’ın beklentilerimden farklı çıkmadığını söyleyebilirim; ama beklentilerimi aşan şeyler de çoktu.

Yoksulluk ve insana duyulan saygı eksikliği beklediğimden beterdi, ama öte yandan, doğal ya da insan elinden çıkmış güzellikleriyle hayal gücümü aşmıştı.

Bruce Knecht, 1994 yılında New York Wall Street Journal’ yazarlığa başlamadan önce, Londra’da çeşitli gazete ve dergilere yazan yazarın bu yazısı ilk kez The Atlantic Monthly dergisinde yayınlanmıştır.

Jaipur’un kenar mahallelerindeki bir postaneden evime kitap pos talayacaktım. Postanaye gittiğimde anladım ki, kitapları bir bez çanta içine dikmesi için bir terziye ihtiyacım vardı, çünkü kutu kullanılmıyordu. Nitekim bir saat içinde bir terzi bularak kitapları pamuklu bir bezin içine diktirdim. Yarı İngilizce, yarı Hintçe bir konuşmadan sonra bu bez çantanın üzerine adımın da mumla yazılması gerektiği ortaya çıktı, çünkü yolda herhangi bir nedenle açılırsa kime ait olduğu bilinmeliydi. Sıkıntımı hisseden görevli beni mümkün olduğunca rahatlatmaya çalışıyordu; gülümsedi, kendi sandalyesine oturmamı işaret etti ve mum bulmak için çıktı. Şansıma, ilk gelen müşteri İngilizce konuşuyordu. Bir rupi tutarında üç pul istedi, ancak en küçük bozuk parası iki rupi idi.

Pulları verdim, geriye bir rupi vermem mümkün değildi ama o yine de iki rupiyi bırakıp, gitti. İkinci müşterim İngilizce bilmiyordu. O da üç pul istedi ama onda da bir rupi yoktu. Para almadan pullarını verdim, çünkü nasıl olsa bir önceki müşteriden kalan fazladan bir rupim vardı.

Elindeki yaldızlı kağıdın üzerine gideceğim dükkânın adını yazmış olarak dönen postane görevlisi, kitapların bulunduğu bez çantayı da elime tutuşturarak işaretlerle beni yönlendirdi. Dükkân sahibi aldığım kırmızı mumla adımı çantanın üzerine öyle bir işledi ki, adım kitapların kapaklarına da çıkmıştı. Şimdi bu kitaplara baktıkça Jaipur’daki postanede geçirdiğim o günü hatırlıyorum.

Benzer Yazılar

Leave a Reply