PANDALAR ÇÖPE!

PANDALAR ÇÖPE!

logoİnsana saygı duymadan doğaya nasıl saygı duyulur?

Bu sabah, nehirde bir öküzü yıkanırken izledim. Daha aşağıda çamurlu suda gezinen sürüden ayrılmış, tek başına keyif yapan bir öküz! Az sonra sahibi elinde söğüt dalından bir kamçıyla öküzün peşine düştü ve pirinç tarlalarında çalışan diğerlerinin yanma doğru götürdü.

Mr. Tong ile Chengdu’nun kuzeybatısındaki dağlık bölgede Wolong Panda Koruma Bölgesi’ne gidiyorduk. Ben Çin’e Buda tapınaklarının bulunduğu dağlara çıkmak için gelmiştim ama pandaları da merak ediyordum. Bundan 725 yıl önce, Marco Polo gezi notlarında şunları yazmıştı: “Ch’engtufu’dan sonra beş gün boyunca küçük küçük köylerin bulunduğu dümdüz ovalardan geçiyorsunuz. Buradaki halkın geçimi toprağa bağlı; çevre aslanlar, ayılar ve diğer vahşi hayvanlarla dolu.”
Chengdu (ya da Ch’engtu) Çin dilinde “resmi yol” anlamına geliyor. Aydınların sürülerek komünlerde çalıştırıldığı uzak bölgelerden biri olan Chengdu’nun kırsal kesiminde bugün manglie denilen ve hasat zamanı iş aramaya gelen köylüler bulunuyor. Hepsinin alet sepetlerinde kalın bezlere sarılı çapaları, bıçakları var.

Deng iktidarının muazzam zenginliklerinden paylarına düşen sadece günde onon beş yuan.
Mao 1940’larda yaptığı Büyük Yürüyüş sırasında Chengdu’ya da gelmiş çiftçileri açlık ve sefaletten, derebeylerin sömürüsünden kurtaracağım vaat ederek bölge halkını politik bir güç olarak arkasına almıştı. Ne var ki, bu vaat zamanla unutulmuş, baskıcı ve acımasız bir rejim ortaya çıkmıştı. Ütopya yıkılmış, yerine sansür ve yıldırma politikası gelmişti.

Toprak reformuyla yoksulluktan kurtulma umutları, toprakta kolektif mülkiyet uygulamasıyla köylüyü her şeyden yoksun kılmıştı yiyecek bile bulamaz hale gelen halk, 195861 yılları arasında büyük bir açlık yaşamış ve otuz milyon kişi ölmüştü. İlk anda Mao yoksulluğa bir çözüm getirmişti belki ama acımasız “asma kesme” yöntemleri de çok yaygınlaşmıştı.

Sta lin ve Hitler’den farklı olarak, bu yöntemler kullanılırken Mao’nun kendisi hiç ortada görünmüyordu. Kendi kendine heshang dasan (yasa karşıtı) lakabını takan Mao, “Ben heshang dasan Üniversitesinde okudum” diyordu. Bu deyim, zamanla zorbalık ve despotlukla özdeşleşmişti. Mao kendisinden önceki zalim yöneticilerin uygulamalarını kitaplardan okuyor ve kendini zalimlerin “seçilmiş” lideri olarak görüyordu. Kendisi için yaptığı bu tanım çok ye rindeydi; devlet protokollerinden nefret eder, yasaları hiçe sayar, toplumsal kuralları kendince değiştirirdi.

Ülkesini sürekli gezerek yerel yöneticilerle tek tek görüşürdü ama kimse onun bu görüşmelerde neler konuştuğunu bilemez ve ona karşı çıkamazdı. Bütün planı, politik kişilikleri ve kitleleri sadece ve sadece kendine bağımlı kılmaktı. “Halk Arasındaki Çelişkilerin Giderilmesi” üzerine ünlü konuşmasının ana fikri, çelişkilerin sürgün ya da ölümle “giderilmesi” idi.
“Eksantrik” denebilecek bir insandı. Politikası, tiyatro dünyasında “absürd” koreograf Pina Bauscha’nın tarzını anımsatıyordu. Fazla talepkâr, asla pişmanlık duymayan, hırslı ve çılgın biriydi. Neredeyse münzevi bir yaşamı vardı.

Yabancı devlet adamlarını bornozla karşılayacak kadar küstah ve asosyaldi. Hemen hiç yıkanmaz ve “Ben kadınların vücutlarında kirimi atarım” diye espri yapardı. Cinselliğe aşırı düşkün biriydi ve canı çektiği anda seks yapabilmek için yatağını her yere taşıtırdı. Uyku uyuyamaz, gecenin hangi saati olursa olsun canı sohbet etmek istediğinde doktoru yanında bulunsun isterdi. Günün büyük bir kısmını yüzerek ya da yatağında uzanarak geçirirdi. Sıkıntılı günlerinde özel treniyle gezintiye çıkardı  ama tüm perdeler kapatılır ve kompartımanında karanlığa gömülüp otururdu.

Mao’nun özel yaşamı son yıllara kadar hiç bilinmiyordu. Çevresinde barınanlar kurnaz ve sinsi insanlardı. Tüm zamanlarını ve kendilerini ona adamış, onun adına casusluk yapan kişilerdi. Mao’nun özel yaşamına dair bazı gerçekler ortaya çıktıktan sonra da ona saygı duymaya devam edenler olmuştur ama bir dostum şöyle demişti: “Çok güzel idealleri vardı ama esas alacağı bir ahlak anlayışı yoktu; kendi gücünün içinde boğuldu.” Bir meyve bahçesinin ortasına düşmüş ve kendini hasta edene kadar açgözlülükle yemiş, yemişti… Sonra da bu hastalığı başkalarına bulaştırmıştı.

Mao 1976 yılında öldü. Deng Xiaoping iki yıl sonra tekrar başa geçtiğinde, “Zengin olmak muhteşem bir şeydir” fikrini aşıladı. Halk Mao’nun baskıcı rejiminden kurtulmuştu ama Deng’in belirsiz politikasıyla insanlar yine mutsuzdu. Tiananmen Meydanı’nda ki olaylardan sonra insanların tek amacı para kazanmak olmuştu, çünkü para özgürlüğü getiriyordu. Bundan sonra ne geleceğini kimse bilmiyordu. Parti ileri gelenleri ülkeyi yönetiyordu ama Komünist Parti ile Çin mafyası arasındaki işbirliği halk için bilinmeyen bir şey değildi. Çin’in yine de bir diktatörlükle yönetildiğini kabul etmek gerekir.

Konuşma özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, seyahat özgürlüğü gibi demokratik hakların olmadığı bu ülkede halkı temsil eden bir adalet mekanizması da yoktur. Ama Mr. Tong bana, “Bunlar Batılı görüşlerdir” diye yan yan bakarak gülümsedi. Chengdu yolunda iş arayan köylülerin sayısı belki 100 milyonu geçiyordu ama içlerinden 40 milyonu iş bulabiliyordu. Çevirmenim, “Aslında tek dertleri bir lokma ekmek” demişti.

Bazen işçilerin paralarını alamadıklarını, hatta dövülerek aşağılandıklarını da anlatmıştı.
“Bundan sonra kimin başa geçeceği konusunda endişeliyiz. Eskiye dönersek mahvoluruz”
“Neden?” diye sorduğumda çevirmen de, Mr. Tong da bir açıklama yapmamıştı.

Daha sonra, başka dostlarımla bir konuşmada, “Asilerle ordu arasında iç savaş çıkabilir” diye açıklamışlardı. “Bizim istediğimiz demokrasi değil. Biz Tao ve Konfüçyüs öğretileriyle yaşamak istiyoruz. Çin kültüründen ve ideallerinden yola çıkan bir yönetimimiz olsun istiyoruz.”

Chengdu dışında bir Tao tapınağında durduk. Gri renkli Mandarin tunikleriyle ve çubuklarla tutturulmuş topuzlarıyla rahipler ruh gibi dolaşıyorlardı. Avlularla iç içe geçmiş tapınaklarda üç tane yan yana Lao Tzu heykeli vardı; birinde bir kaplan üzerinde, diğerinde bir bulutun üzerinde ve sonuncusunda vinç gibi bir şeyin üzerinde. Avlunun karanlık bir köşesinde bir rahip sandalyesine yayılmış, kayıtsızca ayaklarını havaya dikmiş, kulağına dayadığı radyoyu dinliyordu.

Benzer Yazılar

Leave a Reply