New York’ta Kiralar

New York’ta Kiralar

Sonunda, Ahtapot ile ilgili rüyalar görmeye başladım; doğruyu söylemek gerekirse bunlar rüya değil kâbustu. Rüyamda yanlışlıkla binadan taşmıyor, sonra bunun hayatımdaki en büyük hata olduğunun farkına varıyor ve kontratımı tekrar geri alamıyordum. Bu tür rüyalara aldırmamak için yeterince psikoterapi almıştım. Ancak, bilinçaltımın kaybına tahammül edemeyeceğim bir şeyi seçmesi çok enteresandı. Bu da benim apartman dairemdi.

1990’larda, kanunun değiştirileceği söylentileri yayılmaya başlamıştı. Belli durumlarda, kiranın sabitlenmesi iptal edilebilecek ve ev sahipleri kiraları “makul piyasa değeri” denen bir seviyeye kadar artırabilecekti. Bu konuyla ilgilenmeyi reddettim. Komşularımız neler olabileceğiyle çok ilgileniyordu. Kiralarımızın ayda sekiz hatta 10 bin dolara çıkarılabileceğini söylüyorlardı. Onların akıl almaz biçimde çılgın olduklarını düşünüyordum. New York’ta kiraların sabitlenmesi, Gray’s Papaya28 gibi, şehrin bir parçasıydı. Hiçbir zaman bunu değiştirmezlerdi. Bazı durumlarda yeni kanunla kiralarda ayarlama yapılmasını kabul edebilirdim (ama çok da istekli değildim). Benim gibi insanların uzun yıllardır kiraların sabitlenmesi nedeniyle büyük avantajlar elde ettiği konusunda haklı olabilirlerdi (az da olsa) ve bu konuda ev sahiplerinin bazı haklar elde etmesi gerektiğini görebiliyordum (zor da olsa). Ancak kiralarımız artırılsa bile, bunun uygun bir oranda olacağından 28 Batı Yakası’nda, 24 saat açık, ucu ve kaliteli sosisli sandviçleri ve egzotik meyve sularıyla ünlü sandviççi.

emindim. Eninde sonunda, aynı binada yaşayan kişiler sonuçta bir aileydi. Ev sahipleri bunun farkındaydı. Dolayısıyla kiraları ikiye ye da üçe katlama gibi uygunsuz bir şey yapmazlardı. Bu aptalca saflık, sonu hüsranla biten aşk hikâyelerinde, kadının kocasının kıyafetlerinde başka bir kadının parfümünün kokusunu aldığı halde bu kokuya aldırmayıp işini sürdürmesine benzetilebilir. Ben de kendi işime gücüme devam ettim. Daha sonra, binaya Barbara Ross adında bir müdür tayin edildi.
Bayan Ross ufak tefek, donuk beyaz tenli, parlak kırmızı dudaklı, simsiyah, kocaman arı kovanı şeklinde saçlı bir kadındı. An kovanı o kadar büyüktü ki, 1950’lerde, saçlarını çok kabarttıklan için içinde karafatmaların yaşamaya başladığına dair şehir efsanelerini çağrıştırıyordu. Konuştuğunda ağzından bal damlıyordu, bu da onu daha korkunç yapıyordu. Kocaman vatkalı pembe şantung döpiyesler giyerdi. Her yerden çıkardı. New Jersey’de oturuyor, ama perşembe gecelerini binada geçiriyordu. Bir söylentiye göre, asansör görevlilerini kestirirken yakalamak için koridorlarda çıplak ayakla geziyordu. Çocukların avluda top oynamasını yasaklayan muhtıralar yayınlamış, avluyu tekrar döşemiş ve çakıl zeminini asfalt kaplatmıştı. Tamamen suçsuz olsanız dahi, koridorda üstünüze sanki suçluymuşsunuz gibi gelir ve kendinizi suçlu hissetmenize neden olurdu. Kısacası, kâbus gibi bir kadındı; kesinlikle benim kâbuslarımda yerini almıştı: Yanlışlıkla binadan taşmıyor, hata yaptığımın farkına varıyor ve Bayan Ross yüzünden kontratımı geri alamıyordum.

Bu arada, düşünülmeyen şey gerçekleşti.

Benzer Yazılar

Leave a Reply