Kitap yazmanın yolları

Kitap yazmanın yolları

Kitap yazmak, yalnız başına yapılan, bölümler, taslaklar ve düzeltmelerle ölçülen uzun bir yolculuktur. Temel amaç okuyucuya hitap etmek olmasına rağmen böyle uzun bir süreçte fikirlere ve anlatımın büyüsüne kapılıp, okurla kurulması gerekli bağın unutulduğu da olur. Biz yazar olarak okuyucuya karşı cömertliğimizin değişmez bir öncelik olması gerektiğini ve böyle bir cömertliğin niyetlerimizle başladığını öğrendik. Zira yalnızca geçimimizi sağlamak ve bir sürü kitap satmak için yazacak olursak üretken ve ilham veren bir şeyler ortaya koymakta da başarısız oluruz. Üretilen sonuçların yazarlığım üstlenirken vermek, almak ve dağıtmak çemberini daha başlamadan bozmak gibi bir tehlike bulunduğunun farkındayız. Deneyimlerimizden öğrendiğimiz kadarıyla hep insanla başlar, insanla devam ederiz çalışmaya. İlişkiye odaklandığımız sürece sanat onun arkasından gelecektir.

Sanıldığının aksine paranın özünde de ilişkiler vardır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi para da kendi akıntıları ve karakteri olan bir değer akışıdır aslında. Parayla alabileceklerimiz, başkalarının vereceği değere bağlıdır. Enflasyon örneğini düşünelim: ne banknot ne de birim değişir bir dolar bir dolardır. Asıl değişen algılardır. Yani paraya sahip olmaktan çok, sadece elimizde tutuyoruz aslında. Mal ya da hizmet alırken yapılan basit bir para transferinden öte bir vaat alışverişidir aslında. Alıcı ödediğinin karşılığına teminat verirken satıcı da alınanın değeri için teminat vermiş olur. Bu işi o kadar sıklıkla yapıyoruz ki, ticari alışverişlerin güven cömertliğinin ta kendisi olduğunu unutuyoruz.

İtalyan aktivist ve rahip Arturo Paoli’ye göre para bizi toplum içinde bir arada tutan değerlerden biri. Paoli Latin Amerika’da yoksullar için çalışıyor. Onun gibi biri için, yaygın dini tabirlere dayanarak parayı İblis olarak göstermek, her türlü açgözlülüğün ve ikiliğin kaynağı olarak lanetlemek kolay olurdu. Oysa o paranın, “hayatın ve adaletin bir sembolü” olduğunu öğretmeye çalışıyor. Geçimimizi sağlaması dolayısıyla para hayat için vazgeçilmezdir. Ve doğru dağıtıldığında, emeğin karşılığı verildiğinde ve ürün fiyatlarına bir denge getirildiğinde para adalet de dağıtır. Her insanın nefes alma hakkı olduğu gibi para dolaşımına katılmaya da hakkı vardır. Zira para özgürlüğümüzün de bir parçasıdır. Arzu ettiğimizi seçmek, istediğimiz yere gitmek, ihtiyacımız olanı satın almak ve umut ettiğimiz şeyler için yatırım yapmak hep özgürlüğün vazgeçilmez özelliklerindendir. Pa oli paranın itibannı yükseltirken onun gücüne saygı duymamız gerektiğini de hatırlatıyor. Herkesin katıldığı sağlıklı bir dolaşım olduğu sürece para hayat verir. Ancak para istif edilip dolaşımdan çekildiğinde, tıpkı insan vücudunda kanın ya da oksijenin sıkışıp damarları tıkamasında olduğu gibi toplulukların da ölmesine neden olacaktır. Paoli parayı bireylerin aralarında iyilik alışverişi yapmalarına imkân tanıdığı için de yüceltmektedir. Diğer her şeyde olduğu gibi, paranın da sadece bize ait olduğunda ısrar edip etmemek bize kalmış bir şey. İşte o zaman para bizi köreltmeye başlar. Oysa yapmamız gereken, onu bir hediye olarak kabul etmek, imkânlarından faydalanmak ve bu potansiyeli başkalarına da aktararak canlı kalmasmı sağlamak olmalıdır.

Dağıtmayan topluluklar bürokrasiye yenik düşerler. Yüzlerce hayır kurumunu inceleyen Amerikalı araştırmacı Joel Fleishman, bu ku rumlann toplam varlık ve borçlarının bilançosunu çıkartmıştır. Bunların arasında bütün ulusa yönelik acil durum telefon hatları kurarak ya da mikro kredi gibi yenilikleri devreye sokarak hatırı sayılır sosyal değişim yaratan kurumlar da vardır. Bunlar milyonlarca insana fırsat yaratan bir dağıtım anlayışına uygun yatırımlardır. Öte yandan bazı kurumlar kimi zaman işe yaramayacağı belli olan projelerde ısrar etmeleriyle ya da anlaşılmaz bir gizlilik ve kibirle amaçlanndan uzaklaşıp başarısız olmaktadırlar. Başarısız olduğunu inkâr etmek (“Özür dilerim” diyeme mek gibi) ya da gizlilik, dağıtımdan uzak kalmak demektir. Fleishman’m da belirttiği üzere bu hayır kurumlan sektörü “potansiyellerinin çok altında kalmaktadırlar.” Buradan çıkartılabilecek sonuç: cömertlik amacıyla kurulmuş bu vakıflann bile cömert olmayı öğrenmeleri gerekmektedir hâlâ. Fleishman gibilerin altını çizmeye çalıştığı, “şeffaflık” ve “sorumluluk” ilkeleri aslmda dağıtmanın ruhuna ve uygulamala nna bağlılıktan başka bir şey değildir.

Varlıklanmızı ve servetimizi doğru niyetlerle dağıtmak her halükârda cömert bir eylemdir. Bu konuda bizi derinden etkileyen örneklerden biri de, Yoko Ono’nun, John Lennon’ın beste defterini Uluslararası Af Örgütü’ne bağışlaması olmuştur. Örgüt, gönüllü sanatçılann ça balanyla bu şarkılan kaydedecek, böylece dünya çapında yürüttükleri, insan haklanyla ilgili çalışmalarına da kaynak sağlamış olacaklar. Verilen Lennon’ın sanatçılığıdır. Bunu alan Af Örgütü de üretken çalışmalanna katkıda bulunaçaktır. Ancak değer bu karşılıklı alışverişin çok ötesindedir. Herkes bu şarkıların yeni müzisyenler tarafından yorumlanmasını ve tekrar hayat bulmasını bekliyor dört gözle.
İçinde bulunduğumuz dünyaya ve onun ö tesine dağıtılabilecek bir şeyler hepimizin içinde vardır mutlaka. Norveçli atlet Johann Olav Koss 1994’teki Lillehammer Olimpiyatlarında başlattığı Oynama Hakkı kampanyasıyla benzer bir görev üstlenmişti. Bu hareketin temel amacı, özellikle yoksulluk ve hastalığın hüküm sürdüğü dünya ülkelerinde çocukların spor yapmasını sağlayarak barış, sağlık ve mutluluk vermekti. Pek çok atlet, zaman ve kaynak ayırarak Koss’a bu görevinde yardım ettiler. Dostumuz Eric Young, Oynama Hakkı’nm logosu haline gelen o dünyaca ünlü kırmızı futbol topu fikrini geliştirmiştir. Dünyanın dört bir yanma gönderilen binlerce topun üzerinde “Kendine iyi bak. Başkalarına iyi bak,” yazıyor.

Benzer Yazılar

Leave a Reply