Hindistan kamp yerlerimiz

Hindistan kamp yerlerimiz

logoPerdenin arkasında, kırmızı bir kurdelayla ayrılmış bir sıra sandalye vardı. Yerlerimize otururken, ışıklar gözümüzü aldı. Sanki herkes bizi izliyormuş gibi, kendimi son derece rahatsız hissediyordum. Sırtımdan aşağı terler boşanmıştı. Oyunun yıldızı Miss Shoba sahneye çıkarken büyük bir coşkuyla karşılandı. Bizleri selamladı ve ardından uzun konuşmalar başladı.

Törenin yöneticisi parlak altın düğmeli lacivert spor ceketiyle çok şıktı. Beni meşhur Ingiliz rnahout olarak tanıtıp maceralarımı anlatmaya koyuldu, ama izleyiciler bir an önce oyunun başlaması için sabırsız bir biçimde kımıldanmaya başlamıştı. Derken orkestra müziğinin başlamasıyla tül perde açıldı. Elime bir makas sıkıştırıverdiler. Yerimden kalkıp kurdelayı kestim ve uygun düşeceğini düşündüğüm birkaç cümle söyledim.

Adyita nın tercüme ettiği kısa konuşmamın ardından, Miss Shoba tekrar sahneye çıktı ve yerime dönerken bana eşlik etti. Birkaç alkış de benim için geldi. Oradan hemen o anda kaçıp gitmek istiyordum. Tara’yı merak etmiştim, ancak Adyita bunun çok kaba bir davranış olacağını söyledi. En azından ilk perdeyi izlememiz gerekiyordu.

Doğrusu bunu yaptığımıza çok memnun oldum. Baştan çıkarıcı bir genç kız, şeffaf siyah sarisiyle sahneye çıktığında yer yerinden oynadı. Kız, Gandharva kabilesindendi; güzellikleri, dans yetenekleri ve sesleriyle ünlü Gandharva kadınlarının, eskiden fuar zamanı racalar, büyük iş adamları ve çiftçilerle zamindar ı eğlendirerek büyük paralar kazandıkları anlatılıyordu. Birkaç dans gösterisi için beş yüz ya da bin rupi, daha özel hizmetler için ise lakh rupiler ödeniyordu.
Shoba Tiyatrosu’nun ‘famfatal’ kadın oyuncusu, erotik içerikli olduğu kesin bir şarkı söyleyerek dans ediyordu.

Aditya bana şarkıyı tercüme etti. Aşığıyla yatağa girdiği halde aşığının onunla sevişmek istemeyişinden yakınıyordu. “Neden beni istemiyorsun, sevgilim… göğüslerim dipdiri ve genç… bacaklarım ipek kadar yumuşak, vücudum aç…” Bu sözlerle artık kalabalık zaptedilemez hale geldi. Dikenli teller, halkın baskısıyla gerilmişti. İnsanlar sahneye ulaşmak için birbirini eziyordu. O sırada coplarıyla gelen polis, olaya el koydu.

Sonuçta tekrar Haati Pazarı’nın sakin ve sessiz ortamına dönmek bana çok iyi gelmişti. Mahout’ların yaktığı ateşin dumanları mango ağaçlarına doğru yükselirken, aralarında öyküler anlatarak ve meslekleriyle ilgili sırlar vererek sohbet ediyorlardı. Kampa gelirken yerlerde yatan insanları ezmemek için dikkatle yürümek zorunda kalmıştık ama kendi kamp yerimizde de farklı bir durum yoktu; brandanın altından kollar bacaklar görülüyordu.
Gokul’a bir jest yaparak nöbeti ondan devraldım.

Tara hâlâ kendine gelememişti. Onun huzursuzluğu bana da geçmişti, içimde sanki bir felaket olacakmış gibi tuhaf bir duygu vardı. Tara bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ona şeker kamışını uzattım ama o benim kolumu kaparak beni kendine doğru çekti ve birlikte aşıklar gibi sarıldık. Bir süre sonra beni bıraktı. Duman kaplı büyük alanda filler uykuya dalmıştı.

Bu sessizlikte ufacık bir kıpırdanma insanı huzursuz ediyordu. Arada bir yerimden fırlayıp ortalığın sakin olduğunu görerek rahatlıyordum. Altı yüz tonluk filin horultusunu duymak bana huzur veriyordu. Birden kendimi çok çaresiz hissettim. O ana kadar hiç düşünmemiştim belki, ama geriye dönüp bu baktığımda, her şeyi fazlasıyla kadere bırakmışım gibi geliyordu. Tara beni her an öldürebilirdi; ya da içimizden herhangi birini.

İstese, bizi sinek gibi ezerdi. Ama onun her zaman kendini kontrol ettiğini yeni anlıyordum. İşin aslına bakılacak olursa, kaderim gerçekten de onun elindeydi.

Böyle düşününce Tara’nın bana bir kez daha saygıyı öğrettiğini anladım.

Benzer Yazılar

Leave a Reply