Hayal Edilemeyeni Yorumlama

Hayal Edilemeyeni Yorumlama

Kimileri, insanların kuantum fiziğinin nasıl çalıştığını idrak edebilmesi için bazı fikirler oluşturmayı denediler. Bu fikirlere kuantum fiziğinin yorumlamaları deniliyor. Hayal kurmaya yardımcı bu yorumlardan ilk kumlanı Kopenhag yorumu olarak bilinir, çünkü çoğunlukla bu şehirde çalışan bilim adamları tarafından oluşturulmuştur. 1930’lardan 1980’lere kadar kuantum dünyasını düşünmenin standart yolu buydu ve hâlâ yaygınca öğretilmektedir; ama ortaya en az verdiği cevaplar kadar soru çıkarmaktadır.

Kopenhag yorumuna göre, atomların, elektronların ve diğer kuantum varlıklarının biz onlara bakmıyorken ne yaptıklarını sormak anlamsızdır ve kuantum deneyinin ne kadar doğru sonuç vereceği konusunda emin olamayız. Tek yapabileceğimiz belirli bir deneyin belirli bir sonucu olacağı ihtimalini hesaplamaktır. Bu tıpkı bir çift zar attığınızda 12 gelmesinin bir olasılık olması veya toplamda 5 gelmesinin başka bir olasılık olması gibidir. Ayrıca toplamda 17 veya 4,3 gelmeyeceğini bilirsiniz. Aynı şey kuantum deneylerinde de olur. Bazı sonuçlar daha olası, bazıları daha az olası, bazıları ise imkânsızdır.

Zarla toplamda ne geleceğini önceden bilemeyebilirsiniz; ama en azından zarlara bakmadığınızda orada olduklarını bilirsiniz. Kopenhag yorumu der ki, kuantum varlıkları gözlemlenmediğinde çeşitli olasılıklar sunan bir dalga karışımına dönüşür (buna bazen dalga fonksiyonu denir). Bu karışım, durumların üst üste binmesi olarak bilinir. Bir ölçüm yapıldığında, ölçümün davranışı kuantum varlığını çeşitli olasılıklarla uyumlu olan bu durumlardan birini seçmeye zorlar ve dalga fonksiyonu çöker; ama ölçüm yapılır yapılmaz, kuantum varlığı bir kez daha bir karışıma, yani üst üste binme durumuna dönüşür.

îki delikli deneye özel olarak bakıldığında, Kopenhag yorumu der ki, deneyin bir tarafında elektron, silahı terk eder terk etmez üst üste binme durumuna, yani iki delikten geçen dalgalara dönüşür. Dalgalar bir kere deliklerden geçti mi, yeni üst üste binme durumları oluşturmak için birbirleriyle girişim yaparlar. Daha sonra, bu üst üste binmiş durumlar hedef ekranına ulaşınca, dalga fonksiyonu tek bir noktaya çöker ve elektron en azından geçici olarak gerçek bir parçacığa dönüşür; ama deneyi hangi elektronun nereden geçtiğini görebilecek şekilde kurarsak, gözlemin davranışı dalga fonksiyonunun bir delikte çökmesine neden olur ve sonra, diğer tarafa tek bir konumdan yayılır, girişim olmaz, daha değişik türde bir desen bırakır.

Bunun saçma olduğunu düşünebilirsiniz. Öyleyse, iyi yoldasınız. Kuantum fiziğindeki çalışması sebebiyle Nobel Ödülü almış başka bir fizikçi olan Erwin Schrödinger, Kopenhag yorumundan nefret etmiştir (kuantum teorisi hakkında bir keresinde şöyle demiştir, “Ondan hoşlanmıyorum, onunla hiçbir alakam olmamasını dilerdim”) ve bu saçmalığı göstermek için meşhur “kutudaki kedi” deneyini hayal etmiştir. Bu tamamen kurmaca bir senaryo, bir “düşünce deneyidir”. Hiçbir kedi Schrödinger’in tanımladığı kötü muameleyi görmemiştir; ama bu onun Kopenhag yorumunun eleştirisini zayıflatmaz.
Schrödinger’in öyküsünün kendi versiyonu, detaylı Geiger sayaçları tarafından görüntülenen radyoaktif atomları içermek
tedir. Benim versiyonum ise biraz değişik olarak, kuantum dünyasının garipliğinin ek bir özelliğini gündeme getiriyor.

Benzer Yazılar

Leave a Reply