GÖRÜNMEYEN UÇURUM

GÖRÜNMEYEN UÇURUM

Evreni Şişirmekİkinci Dalga, hayatlarımızın o güne dek birlikte süren iki parçasını, tıpkı bir nükleer zincirleme reaksiyon gibi şiddetle ayırdı. Dolayısıyla, ruhumuzda, ekonomimizde ve dahası, cinsel yaşamlarımızda, görünmeyen dev bir uçurum açtı.
Gerçek şu ki endüstri devrimi, her biri özgün teknolojilerine sahip sosyal organizasyonları ve haberleşme kanallarını birleştirerek, bütününde hayranlık uyandıracak bir toplumsal düzen yarattı. Diğer yandan, toplumun birlik ruhunu bozarak ekonomik gerginlikler, sosyal çatışmalar ve psikolojik dengesizliklerle dolu bir yaşam tarzı oluşturdu. Bugün Üçüncü Dalga hayatlarımıza ve bizlere yeni bir biçim kazandırırken, İkinci Dalga’nın yarattığı bu görünmez uçurumun dünyamızı nasıl etkilediğini anlamadan bir adım ileri gidemeyiz.

İkinci Dalga’nın hayatlarımızda parçaladığını söylediğimiz iki kısım, üretim ve tüketimdi. Bugün mal veya hizmet üretenlere üretici, bu mal veya hizmetleri kullananlara ise tüketici demeyi alışkanlık haline getirmiş durumdayız. Ne var ki daha önceleri böyle bir ayrımdan söz edilemezdi. Endüstri devrimi nin başlangıcına kadar, üretilen yiyecekler, mallar ve hizmetler üreticilerin kendileri tarafından kullanılır, fazlalarını küçük bir elit grup toprak sahipleri, soylular ve toplumun üst kesimindeki seçkin yöneticiler gibi kendine ayırırdı.

Tarımsal toplumlarda halkın büyük ü, küçük ve genel anlamda dünyanın geri kalanından uzak kalmış topluluklar olarak yaşayan köylülerden oluşurdu. Bu insanlar, sadece hayatta kalmalarını sağlayacak ve efendilerini tatmin edecek ölçüde üretiyor, ihtiyaçları ölçüsünde tüketiyorlardı. Yiyecekleri uzun süre saklayabilecekleri yerler, malların uzak pazarlara taşınmasını sağlayacak yollar bulunmadığı ve üretim arttığı takdirde fazlası daima köle sahiplerine veya soylulara gideceği için, teknolojilerini geliştirmeye veya üretimi artırmaya ihtiyaç duymuyorlardı.

Elbette ki ticaret yapıyorlardı. Cesur tüccarların develerle, yük arabalarıyla, gemilerle taşıdıkları ürünler binlerce kilometre mesafe aşıyor, tarım bölgelerinden gelen yiyeceklere ve diğer türde ürünlere dayanılarak şehir ve kasabalar kuruluyordu. 1919 yılında İspanyollar Meksika’ya ulaştıklarında, Tlatelolco’daki binlerce insanın mücevher, değerli metal, köle, sandalet, kumaş, ip, deri, hindi, meyve ve sebze, tavşan, köpek, çeşitli türde ve ölçüde çanakçömlek alıp sattığını görünce şaşırdılar. On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Alman bankacılar için yayımlanan Fug ger Newsletter mektupları, o dönemdeki ticaretle ilgili renkli görüntüler sunuyordu. Koşin, Hindistan’dan gelen bir mektup, beş gemiye biber doldurarak Avrupa’ya göndermek isteyen Avrupalı bir işadamının karşılaştığı sorunları detaylı olarak anlatıyordu. “Biber ticareti kazançlı bir iş ama sabır gerektirir,” diyen işadamı, Avrupa pazarlarına karanfil, hindistancevizi, un, tarçın ve çeşitli baharatlar da sokmuştu.

Her şeye rağmen, tarım alanında çalışan kölelerin kendileri tüketmek amacıyla ürettikleri ürünlerin yanında, ticareti yapılan ürünlerin miktarı çok azdı. O dönem hakkında ciddi tarih araştırmaları yapan Fernand Braudel, on altıncı yüzyılın sonlarında bile tüm Akdeniz bölgesinde İspanya ve Fransa’dan Anadolu’ya kadar yaklaşık altmış milyon insan yaşadığını belirtmektedir. Bu insanların yüzde 90’ı toprakta kendi yetiştirdikleri ürünlerle karınlarını doyuruyor, satılabilecek ürün fazlası pek yaratmıyorlardı. Braudel şöyle yazmıştı: “Akdeniz’deki toplam ürünün yüzde 60 ila 70’i, pazar ekonomisine yansımıyordu bile.” Akdeniz’de resim böyleyken, Kuzey Avrupa’nın uzun ve soğuk kışlarıyla, verimsiz toprağıyla ve nüfus azlığıyla üretimin artmasına izin vermesi elbette ki beklenemezdi.

Endüstri devriminden önce Birinci Dalga ekonomisinin iki den oluştuğunun hatırlarsak, Üçüncü Dalga’yı anlamak kolaylaşır: Birinci kesimde herkes kendi ihtiyacım karşılamak için üretim yapıyor, diğer kesim ticarete yöneliyordu. Birinci kesim büyük çoğunluğu temsil ediyor, ikinci kesim devede kulak kalıyordu. Dolayısıyla, insanların büyük geneli için üretim ve tüketim, tek bir fonksiyonun başlangıcı ve sonucuydu. Bu bütünlük öylesine netti ki Yunan, Roma ve Ortaçağ Avrupası toplumların da kesinlikle ayrım yapılmazdı. Tüketiciyi tanımlayabilecekleri bir kelime bulma ihtiyacı bile duymamışlardı. Birinci Dalga devam ederken, pazara bağlı yaşayan nüfus çok azdı. Tarihçi R. H. Tawney şöyle diyordu: “Para karşılığı mal veya hizmet alımı, doğal dünya ekonomisinin püskülü gibiydi.”

İkinci Dalga ise bu oluşumu temelden değişime uğrattı. Büyük ölçüde kendi yağında kavrulan insanların ve toplumla rm yerine, ilk kez yiyecekler, ürünler ve hizmetler büyük ölçüde satışa veya takasa açık hale geldi. Artık üretici kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üretmiyordu ve dahası, neredeyse hiç kimsenin, hatta üreticinin kendisinin bile kendi kendine yetemeyeceği bir uygarlık oluşmuştu. Dolayısıyla, herkesin başkalarının ürettiği yiyeceklere, ürünlere ve hizmetlere duyduğu ihtiyaç günden güne artıyordu.

Uzun lafın kısası, endüstri devrimi üretim ve tüketim aşamalarının bütünlüğünü bozdu ve üreticiyle tüketiciyi ayırdı. Birinci Dalga ekonomisi birlik ruhunu vurgularken, İkinci Dalga bireyselliği vurgulamaya başladı.

Benzer Yazılar

Leave a Reply