Evrenin çekim yasası karma

Evrenin çekim yasası karma

Amerikalı yazar ve öğretmen Georg Feuer stein’ın da tarifiyle Karma “kişinin niyetlerinin, düşüncelerinin ve davranışının arkasındaki ahlâki güçtür… Karma kişinin geçmişteki ve şimdiki hayatının niteliğine bağlı olarak şekillendirir kaderi. Bunun altmda yatan ana fikir, fal bak ve varoluşun ahlâki boyutunun bile nedenselliğe bağlı olduğudur.” Hinduizm ve Budizm’de Karma’ mn reenkamasyonla bağlantılı olduğu öğretilir. Bu inanışa göre geçmiş hayatlarımızdan gelme karmik borçlarımızı temizlemek için doğarız. Herkes reenkamasyona inanmıyor olsa da çoğu dinde düşüncelerimizin ve eylemlerimizin manevi sorumluluğundan dem vurulmakta, düşünce ve eylemlerimizle çevremizdeki dünyayı etkilediğimiz vurgulanmaktadır. Düşüncelerimiz ve eylemlerimizle ruhumuzu etkilediğimizi hissedebiliyoruz. Bütün bunların sonuçlarını ilişkilerde, fal bakma gibi zorluklarda ve beklenmedik eşzamanlılık örneklerinde görebiliyoruz. Cömertlik açısından bakıldığında, niyetin ve yüreğin saflığı, tutumlarımızda ve eylemlerimizde benimsediğimiz erdemler (kitap boyunca hep ele aldığımız üzere) hep iyi Karma ya da kötü Karma şeklinde su yüzüne çıkmaktadır. İnsan hayata ya katkıda bulunur ya da zarar verir. Bizler ya cömer tizdir ya da gaddar. Verdiğimiz kararlar ne olursa olsun, bizden daha büyük olan o sonsuz hakikatin bilincine vardığımız zaman hayata da ne kadar katkıda bulunabildiğimizi görüp hayrete düşeriz. Sadece hayatta olmak bile paylaşma sorumluluğunu verir bize.

Cömertlik çoğu dinde öğretilir. Bazıları bunu daha açık seçik ve dogmatik bir şekilde yapar. Ama çoğunluk bunu bazı süreçlerle şekillendirir. Örneğin kişiyi bencillikten kurtarmayı amaçlayan karma yogada bir görevin, cezalandırma korkusu ya da ödül umudu olmadan yapılması öğretilir. Kişi böylece eylemlerinden bir karşılık beklememeyi, ödül değil sonuçlara odaklanmayı öğrenir, ki bu da içsel huzur halini getirir. Yoga geleneklerinde kişinin, kendini zihin dolu bir cömertliğe teslim etmesi suretiyle hayatının bütünlüğünü görmesi istenir. Burada da amaç kazanç değil içsel dönüşüm, yani bilincin bir şeklinden bir başkasına geçmektir.

Taoculukta da, aynı ifadelerle olmamasına rağmen, vermek, almak ve dağıtmaya dair benzer çerçeveler çizilir. Buna da insan hayatının manevi aşamaları denmektedir. Yetişkin hayatınızın başlarında bilinciniz gelişirken kendinizi Yol’a vermeyi, komşularınızı sevmeyi ve topluma karşı görevlerinizi öğrenirsiniz. Orta yaşa geldiğinizde ise almaya başlarsınız. Yol’un lü tuflannı ve akışım, hayatın anlamını ve hâzinelerini almayı öğrenirsiniz. Artık kimlik ve kariyer sıkıntılarından kurtulmuş; aile, karakter ve itibar peşinde koşmayı bırakmışsınızdır. Çok geçmeden bu çekilme evresi “etrafınızdakilere ışık vermeye başlar… Ancak orada gizli benliğinizi her zaman korumalısınız.”
Orta yaşta almayı öğrenmenin sim, sonu gelmez verme eylemlerinden yavaş yavaş ve de zarafetle elinizi ayağınızı çekmek ve artık alma fırsatlarını kollamaya başlamakta yatar. Egonuzun sürüklediği benlikten çıkıp teslim olmuş ruha doğru değişirken hayatınızın bu aşamasında gereksiz her şeyden kurtulmayı bilmeniz gerekir. Böyle basit bir hayat, çoğumuzun özlem duyduğu, ama genelde seçmekte zorlandığı bir yoldur. Bir miktar tevazu ve dürüstlükle; karmaşadan basitliğe, kişiyi tüketen vermelerden sessizce almalara doğru dönüşümün aslında olgun ruhun şartlarından biri olduğunu görmemiz gerekir.

Hiçbir zaman gerçek hayattan kopmayan Doğu öğretilerinde kişinin yaşlılık yıllarının bir dağıtma evresi olduğu söylenir. Bu yavaş geçen yılların sessiz inzivasında yaşamaya başlayan kişi bir bilgelik kaynağı olur çıkar. Öğrenme arzusu duyan genç nesillere bilgeliğini dağıtır. Sessizlik değerlidir artık sözcükler daha dikkatle ve özenle tartılır, hareketler daha kısa ve öz olur ve de bilincin engin ufkuyla dolu anlara hevesle tutunur insan. Taoculuğun ilerlemiş evrelerinde yaşlı insanlar dünyadan elini eteğini çekerek zamanın sisleri içinde kaybolurlar.

Benzer Yazılar

Leave a Reply