Daha mutlu yaşama felsefesi

Daha mutlu yaşama felsefesi

Örneğin dünyada meydana gelen afetlerde yardım amaçlı bir çek yazmanın cömert bir eylem olduğu yetişkinlerde karşılaşılan bir yanılgıdır. 11 Eylül için ya da Asya’daki tsunami mağdurlan için akan yardımlann büyüklüğünü görmek gerçekten etkileyiciydi. Bu felaketler evrensel insan yüreğinde cömertliğin ölmediğinin göstergesidir. Ancak insanı asıl huzursuz eden, kolektif empati ve şefkati uyandırmak için küresel sisteme ağır bir şok gerekmesidir. Bunun nedeni olarak iyi niyetin ne istediğini tam olarak bilememesi gösterilebilir. Örneğin, kendi cemiyetindeki evsizler dururken dünyanın bir ucundaki başka evsizlere yardımda bulunmak ciddi bir çelişkidir aslında. Cömertliğin sürekli gündemde olduğunu inkâr etmek güçtür. Ancak kabul etmek gerekir ki, medya tarafından desteklenen ve enformasyon teknolojileri sayesinde yayılan talebe bağlı cömertlik bütün dünyanın şefkatini uyandırırken; hemen yakınımızdaki, daha az sansasyonel acılar ve yalnızlıklar dikkatlerden uzak kalmakta ve dolayısıyla her türlü ilgi, destek ve yardımdan mahrum olmaktadır.

Cömertliği basitçe hayırseverlik olarak görmek, ne verip ne alacağını kavrayamamak cömertliğin yanlış uygulamalanna da yol açmaktadır. Pek çok şey gibi cömertlik de tüketim toplumu tarafından şartlandırılıp yeniden tanımlanmaktadır. Ekonomiyi büyüten ve serveti artıran ticari ve yönetimsel mantık başka alanlara da nüfuz etmiştir. Sinagogların, müzelerin ve üniversitelerin hepsinin artık bir “stratejik plan”ı var. Kiliseler, emniyet kuvvetleri ve devlet daireleri “müşteri deneyimi” ya da “memnuniyeti” gibi olgulara odaklanmış dürümdalar. Verimlilik ve sonuca dayalı bu yönelim yüzünden, kâr amacı gütmeyen projelerin “yönetimine” dahi bir işadamı gözüyle bakma eğilimi görülmektedir.

Sonuç olarak hayırseverlik de bir “ürün” olarak düşünülmekte, “farkmdalık” ve “talep” yaratmak için uygun bir imaj ve mesaj oluşturma yoluna gidilmektedir. En acil ihtiyaçlar bile, pazarlamanın bir parçası olarak işlendikten sonra doğru “konumlandırma” ve ambalaj sürecinden geçmektedir. “Satış” ya da yardım için bunca itiş kakışın arasında çoğu insan reklamlar, broşürler ve telemar keting saldırısı altında huzursuz olmaktadır. Bu da başka bir kısırdöngüyü hare kete geçirmektedir. Cömertliğin “satış noktalan” bu kadar amacın arasından sıynlabilmek için çığırtkan laşmak zorunda kalmaktadır. Bitmek bilmeyen bu kandırmaca sonunda yürek de katılaşmaktadır. Nihayet iyiliksever insanların kanıksamasıyla birlikte sıkıntılarını keder piyasasında satma fırsatı olmayan muhtaç insanlar hak ettiklerini alamamaktadırlar.

Ne yazık ki cömertlik bir ticari mal muamelesi görmektedir düzenli olarak. Tüketici gözüyle bakılan insanlar gittikçe, verdiklerinin karşılığını daha çok bekler oluyorlar. Hastaneler ve diğer sağlık kurumlan para toplamak için piyangolar düzenlemekte, bilet karşılığında otomobil, ev ya da büyük para ödülleri vaat etmektedirler. Elbette takdire değer işlerin de yapıldığı inkâr edilemez.

Ancak UNICEF kutulann da olduğu gibi, “vermek” ile “almak” arasındaki kargaşa artmaktadır. İnsanlann vergi indirimi talep etmesinde bir yanlışlık yok. Toplum hayırsever insanlan; üniversite kürsülerine, hastanelere ya da kültür merkezlerine isimlerini vererek onurlandırmıştır her zaman. Ancak gerçek cömertlikte ödül beklenmez. Karşılığı alın sa da alınmasa da yaratıcılığa katkı ve özveri gerektirir cömertlik.

Verme isteğinin şartlan tüketici memnuniyeti gibi kavramlarla bulandığı sürece cömertliğin üretken eyleminin göz ardı edilme tehlikesi her zaman mevcut olacaktır. Ve de gerçekten muhtaç olan insanlara duyulan şüphe gittikçe artacaktır. Bir tüketim unsuru olarak cömertlik bir miktar üretkenlik yaratabilir, ancak Noel’den önceki son günlerde kalabalık alışveriş merkezlerinden bir şeyler kapmaya çalışmak gibi boş ve yorucu olmaktan da kurtulamayacaktır. Niyetin iyi olduğu su götürmez; fakat satın alman onca şey yürekten hissedilenleri ifade etmekte yetersiz kalacağı için, yaşanılan bu deneyim de doğru yaşama sanatı olarak adlandınlamaz.

indir (1)

Benzer Yazılar

Leave a Reply