Biz elimizde ne kadar negatif enerjiyle bırakıldık?

Biz elimizde ne kadar negatif enerjiyle bırakıldık?

Evrenlerin Doğal SeçilimiBiz elimizde ne kadar negatif enerjiyle bırakıldık? Genel görelilik teorisini kullanarak yapılan oldukça basit bir hesaplama bize der ki, eğer m ağırlığındaki maddenin herhangi bir yığını (bir yıldız, bir gezegen, bir kişi, bir evren…) bir matematiksel noktaya, bir tekilliğe çökebilseydi, bu kütleyle bağlantılı kütleçekimsel alanın enerjisi eksi mc2 olurdu. Einstein’ın ünlü denkleminde verilen, maddenin kendisinin durgun kütle enerjisine tam olarak eşit ve zıt olurdu. İki enerji birbirini tamamen yok ederdi, ki bu da maddenin bir noktadaki herhangi bir yoğunluğunun toplam sıfır enerjiye sahip olduğu anlamına gelir.

Bunun önemini anlayan ilk kişi Alman Pascual Jordan’dı. E ğer bir noktada belirirse, negatif kütleçekim enerjisi tam olarak pozitif durgun kütle enerjisine eşdeğer olacağı için, bunun belki de bir yıldızın yoktan oluştuğu anlamına geldiğini anlamıştı. 1940’larda fizikçi George Gamow Washington’da yaşıyordu ve Einstein’ın çalıştığı Princeton’a bir ziyareti sırasında Einstein’a bu şaşırtıcı fikirden bahsetmişti. “Einstein adımlarını durdurdu,” der Gamow, “ve caddenin karşı tarafına geçtiğimiz için, birkaç araba bizi ezmemek için durmak zorunda kaldılar.”

Fikir Einstein’ı durduracak kadar şaşırtıcı olsa da bir yıldızı bu şekilde oluşturmak için en az iki sorun vardır, ilki, maddeyi bir arada tutan kütleçekimsel kuvvetin yıldızı oluşturmak için asla genişleyemeyecek kadar kuvvetli olduğudur; diğeri ise eğer böyle bir şey olsaydı, bir kara deliğin ufkunun ardında görünürden gizlenmiş olacağıdır. Dahası, bir tekillikle ne olacağını açıklayan bir teori yoktur, sadece bir tekilliğin yakınında ne olacağını söyleyen vardır. Ama tıpkı 1940’larda Evren’in genişlemesi yeni keşfedilmişken ve Büyük Patlama terimi kozmolojiye henüz girmemişken, Einstein’ın bile önem vermediği üzere, eğer yoktan bir yıldız yaratabilseydiniz, çok ama çok küçükle başlayıp ve kütleçekim onu tekrar bitirmeden, hızlıca genişlemeyi sürdürecek bir mekanizmanızın olması gerekirdi. 1980’lerde fizikçilerin keşfettiği şey ve bir sonraki bölümün konusu tam olarak bu oluşturur. Bu bakış açısından, diğer sorunu da çözecek şekilde, bir kara deliğin içindeyizdir. Ama kuram kütleçekim, zaman oku hakkında hâlâ bize bir şeyler söylemek zorundadır.

Bizimkindeki gibi, bir Büyük Patlama’dan mükemmele son derece yakın düzgünlükte başlayıp oluşan bir evren bile zaman geçtikçe daha düzensiz hale gelecektir ve kütleçekim madde yoğunluklarını bir araya çekecektir. Eğer bu işlem yeterince uzun olursa, sonunda çok büyük miktarda bir madde karadelikle son lanacaktır, ki bu maddenin olası en uç yoğunluğudur. Karade likler uzayın bünyesinde derin oyuklar oluşturur, ama daha az madde yoğunlukları bile yakınındaki uzayı bozarlar. İnsan bakış açımızdan, uzayın kendisi zaman geçtikçe daha fazla buruşmaktadır. Uzay genişlemese bile neredeyse düzgün bir evrenden başlayarak bu olabilir, dolayısıyla kozmolojik zaman okundan bağımsızdır. Gelecek, uzayın daha fazla buruştuğu zamandır; geçmiş ise uzayın daha düzgün olduğu zamandır. Uzayın bu buruşması, eğer Evren’imizin kaderi sonsuza kadar genişlemezse ne olurdu sorusunun cevabını hayal etmeye çalışırken, bizi daha detaylı düşünmeye iter.

Benzer Yazılar

Leave a Reply