BİLİNÇ ve BEYİN İKİ KLASİK MODEL

BİLİNÇ ve BEYİN İKİ KLASİK MODEL

Bilinç hepimizin bildiği ve kavradığı bir şey olmasına rağmen bu dünyada en az anlaşılmış olgu olarak kalmıştır.
Her “ben” ya da “biz” dediğimizde, konuşma ve düşünme eylemini yapan bilinçli bir “ben” ya da “biz” olduğuna dair üstü kapalı bir varsayımda bulunuruz. Ancak buna rağmen ne zaman bu düşünen ben üzerinde yoğunlaşmaya ya da onu kulağımızı tutar gibi tutmaya kalksak ona ulaşamadan kayboluverdiğini görürüz. Parmaklarımızın bir şeyi nasıl tuttuğunu ve kulağımızın nasıl duyduğunu biliriz, fakat Tarot falı ve iş tutma ve duyduğunu yorumlama eylemini yapan bilinçli insanın kökenini ve doğasını anlamaya gelince elimizde neredeyse fiziksel olarak hiçbir veri yoktur. Bilincin, değil fiziği, anatomisi ya da fizyolojisi bile yoktur. Kişiliğin ya da zihnin fiziksel anlamda anlaşılmasının asla mümkün olmayacağını iddia edenler (ikiciler) de vardır elbet. Bunlar zihinle bedenin ayrı olduğunu ve zihnin maddeden oluşmadığını, aksine bize dışanda bir yerden gelen uçucu bir şey olup bedenin kabuğu içinde geçici olarak bulunduğunu iddia ederler.

Fakat daha fazla bilimsel eğilim gösteren başkaları, zihin ya da bilincin de diğer her şeyin olduğu gibi fiziksel bir açıklamasının olması gerektiğine ikna olmuş durumdadırlar. Bilincin kaynağının da bedende her hangi bir yerde olduğu düşünülür ve bu yer tarihin değişik dönemlerinde değişmiş ve değişik birçok modelin oluşmasına neden olmuştur. Birçok eski Yunanlı, bilincin yerinin yürek ya da göğüs olduğuna inanırken antik Yunan filozofu Epiküros, bilincin ve genel dirim kaynağının bütün bedene dağılmış “ruh atomlan” olduğuna inanmıştır. Bilincin karaciğerin bir fonksiyonu olduğunu ya da kanda bulunan bir madde olduğunu varsaymış başkalan da vardır. Hindu filozoflara göre bilinç omurilik boyunca bulunan şakra noktalannda yoğunlaşmıştır. Bunun meditasyon yapılarak yönetildiği sanılır. Daha yakın bir geçmişte de Descartes bedenle ruhun birleşme noktasının beynin tam ortasındaki gizemli hipofiz bezi olduğunu ortaya atmıştır.

Bugün bilince fiziksel bir temel arayanlann çoğu onun kökeninin beynin fonksiyonel kapasitesinde yattığını varsayarlar. Organlardaki bir hasar birçok soruna yol açar ancak kafaya gelen sert bir darbe neredeyse her zaman bilinç kaybına neden olur. Bu, aynı zamanda, alınan bazı ilaçlann bilinç üzerinde farklı etkiler yapmalanna benzer. Bu yüzden, beynin fiziksel durumuyla bilinç ya da zihinsel durumlar arasında mutlak bir bağ olduğu düşünülür ama bu bağın doğası hâlâ hem bilim hem de felsefe için keşfedilememiş gizlerden biridir.

Son zamanlarda bu muammayla başa çıkmanın en tercih edilen yolu fonksiyonalizm (işlevcilik) ve beyni bilgisayarla kıyaslamaya duyulan eğilimdir. Böylelikle zihin ya da bilincin çalışması bilgisayar içindeki işlemlere denk tutulur. Biz ne yapabilirsek oyuz ve yapabildiğimiz şey de çevremizle belirlenir. Bilgisayar modeli hâlâ birçok beyin araştırmasını etkilemektedir ve kendimizi algılayış biçimimizde bunun izi vardır. Birçok kez, “veriye ihtiyacımız olduğundan” ya da “değerli çıkış” verdiğimizden söz ederiz. Beyinlerimiz “donanım”, zihinlerimiz “yazılım”dır. Açılır, kapanırız; sigortalarımız atar ve başanya ya da başansızlığa göre programlanınz. Artık modern biyolojinin tümü davranışsal programlara göre işler.
tarot falı

Benzer Yazılar

Leave a Reply