Aslında pek de değişmiyorlar

Aslında pek de değişmiyorlar

“Aslında pek de değişmiyorlar” derlerdi (o eski günlerde), bebekler hakkında. İlk bebeğiniz olduğunda, bu çok da büyülü bir kavramdı. Bebeklerle ilgili olarak hakikaten değişmeyen neydi acaba? Eninde sonunda bir bebek sadece bir bebekken, bebeğin kişiliğinin ne olduğu nasıl belli olurdu acaba? (Burada kişilik kelimesini en geniş manada kullanıyorum. Bir bütünün tamamını kapsayan anlamında). Ancak, sonunda bu bebek kişilik özelliklerini sergilemeye başlardı ve kesin olarak ve de şaşırtıcı bir biçimde, bu kişilik hiç değişmezdi. Örneğin polis, sekiz yaşındaki çocuğunuzun West End Bulvarı’na bir düzine yumurta attığını bildirmek için kapınıza geldiğinde, elinizde olmadan, aklınıza çocuğunuzun 14 aylıkken, mama sandalyesinden yere boncuklan saçtığı ve bunun muhteşem bir şey olduğunu düşünerek keyif aldığını hatırlardınız.

O eski günlerde, burada bir daha üstünde durmama müsaade ediniz, 19. yüzyıldan bahsetmiyorum, sadece birkaç yıl öncesinden bahsediyorum, hiç kimse çocuğunuzun kişiliğini, başlangıçta olduğundan daha değişik bir şekle dönüştürebileceğinize inanmazdı. 1980’lerde Dr. Spock’m yerini alan T. Berry Brazelton, Piaget’nin21 havarilerinden biriydi ve kitaplannda ço cuklan üç ana bölüme ayırmıştı: Faal, normal ve sessiz. Hiçbir zaman, sessiz bebeğinizin faal bir kişiliğe sahip olabileceğini ya da bunun aksini iddia etmemişti. Bebeğiniz sizin bebeğinizdi ve eğer canınızı çıkartıyorsa, canınızı çıkartıyordu; eğer yatağına yatırdığınızda mutlu mutlu oyuncaklarını seyrediyorsa, beklentiniz bu olmalıydı.

Bunların hepsi, ben çocuklarımı doğururken, çocukta düşünce ve dil gelişiminin süreklilik içinde değil, evrelerden geçerek oluştuğunu ve bireyçevre ilişkilerinde etkin bir şekilde yapılandığını gösteren isviçreli psikolog değişti. Bunun için kadın hakları hareketini suçlayabilirsiniz, kadın haklan hareketinin temel öğelerinden biri, o kadar fazla kadın çalışmaya başlamıştı ki, kadınlar ve erkekler çocukları büyütüp yetiştirme işini paylaşmaya başlamışlardı, dolayısıyla cinsiyetten bağımsız olan ebeveynlik terimi ve çocuğu yetiştirmek için harcanması gereken sayısız saatlerin gerekliliği ortaya çıkmıştı. Ya da tersine, kadın hakları hareketine karşı çıkanları suçlayabilirsiniz. Pek çok kadın çalışma hayatına katılmayı (ya da çocukla nm yetiştirme görevini kocalarıyla paylaşmayı) istememiş, ancak bundan dolayı suçluluk duymuştu. Onun için de, tam zamanlı ebeveynlik görevlerini abartarak önemli bir ayin haline sokmuşlardı.

Bu durumda bir gün aniden ebeveynlik denen bir şey çıktı. Ebeveynlik ciddiydi. Ebeveynlik dehşetliydi. Ebeveynlik önemliydi. Ebeveynlik, gitmek, yapmak, savaşmak ve endişelenmek gibi yer alınabilecek bir şeydi; aktif, enerjik ve affedici olmayan bir şeydi. Ebeveynlik demek, hamile kalındığında Mozart CD’leri dinlemek, epidural yaptırmadan bebeği doğurmak ve bebek gömleğinizin düğmelerini açmayı öğrenene kadar emzirmek demekti. Ebeveynlik, bebeğinizin, bir gün istediğiniz üniversiteye kabul edilecek mükemmel bir biçime yoğrulabilecek (yoğun çalışma, bilgilendirme ve olumlu destekle) bir kil yığını olduğunu varsayarak işe başladı. Ebeveynlik, çocuğu sadece büyütmek değil, yetiştirmekti. Çocuğu kuğu besler gibi zorla beslemek, eğitmek, öğretmek, değiştirmek, geliştirmek (İşin enteresan yanı, çocuğun mükemmelleştirilmesi fikrine inanılmaya başlanmıştı ama, aynı zamanda insan tabiatındaki hemen her şeyin genetik

olduğu teziyle çatışsa da, buna da inanılıyordu, dolayısıyla zekânın birbirine karşı iki fikri aklından geçirebilmesi olduğunu kim dediyse, bunun da yanlış olduğunu ortaya koyuyordu).

Benzer Yazılar

Leave a Reply